Bu Blogda Ara

18 Mart 2018 Pazar

Pazar kıymığı

Pazar sabahı saat 07:15, uyandım. Bu haftasonlarına özgü ansızın gelen "hayatı kaçırmayayım" hissi peydahlandı. Dünü haftasonundan saymamış besbelli. Göz kepenklerini böyle gürültülü açınca onunla mücadele etmenin yersiz olduğunu biliyorum. Doğruldum. Üstüme sinen hücre evi kasveti, uyku nefesi bulutları, dün gece kavanoza kapatmadığım sorular çöktü üzerime. Camı açtım. Karşı komşu balkona aynı desenli boxerını asmış, demek dün gece giymedi. Nesi var acaba? Kız arkadaşıyla ayrılmış olmalılar yoksa haftasonları temizlik huyu değil. Kasvet biraz dağıldı, uyku nefesleri bir kaç soruyu da kapıp güne karıştı. Özneleri yok olan fiiler biri sorarsa ne yaparız endişesiyle kapı eşiğine doluştu. Gizli özneli daha gizemli göründüklerini söyleyerek teselli verdim. Bedenimi suladım, çok yıkanmak gibi değil ama duştan da biraz fazlası. En yolculuk seven şarkının nakaratı ıslık olarak dudaklarıma kondu. Ben, ıslak ve ıslık 1,5 metrekarede köşe kapmaca oynayarak bir süre dans ettik. Hayatta olan her iyi şey diğer parçası olan kötü şeyi özledi. Geçen hafta toprağa verdiğimiz yakın arkadaşımın bir anısı, nereye gittiğimi ya da ne beklediğimi bilmediğim hissi, özlediğimi sanarak arandığım ama bulduğumda özlemediğimi anladığım anlar banyoya geldi. Kabin sıkıştı, içim tıkıştı, çıktım. 

Bugün Yeniköy'e gitmeliyim! 

O andaki sorulara cevap bulamadığımda genellikle başvurduğum "ne güzel zamanlarmış" kurtarıcı hayıflanması kapıyı tıklattı. Tam olarak hazır değildim, zaten tam olarak hazır olmak neydi? Niçin gecikme seven bir şeydi? Değerli hissetme durumunu yokluğuyla aranan bir şey miydi? Varolan sorular zaten endişeli sorularla atışır gibi oldu. Gözüm seğirdi. Tam gözümün önünde bakkala gitmek istemeyen ama görevi de reddedemeyen çocuk halim isteksizce ayakkabılarını giydi. Selam kuantum. Bu çoklu olabilirlik hali evi iyice tımarhaneye çevirmeye çalışıyordu. Hızlıca elime geleni alıp çıktım, kapıyı kapattım ama kilitlemedim. Belki başka bir zaman diliminde çok uzaklardan ona gelen sevgilisini havaalanında karşılamaya giden ben kapıyı üç defa kilitlemiş olabilirim. Daha çok olmak istediğim yere gidiyorum seviyesiyle ilgili bir şey sanırım. Hem bakkaldan dönecek olan çocuk halim endişe edebilirdi kapıyı kilitli olarak bulsa. Herkes için iyilik olduğunu düşündüğüm şeyler gibi kendimi yeterli hissederek toplu taşımaya doğru yollandım. Evet, ne yapıyorduk? Yeniköy. 

Aynı aracın yüzlerce insanı farklı hikayelerde ama ortak olarak aynı anda aynı düzlemde taşıyor olması hep ilginç gelmiştir. Acaba hangi hallerimin hangi yolculuklarda o metroda olduğunu düşünmemeye çalışarak yerime oturdum. İnsanları gözlemlemek böyle durumlarda kendine de belirli bir mesafeden bakabilmeyi gerektirir. Çekinmedim, çıkıp bir kaç on metre yukarıdan vagona baktım. Bu mucize gibi kara ve deniz parçasını kendi medeniyeti haline getirmekle meşgul, hep burada olacağını sanan zamanının insanlarının kalıntılarını gördüm. Metro yoktu ya da daha derinlerdeydi. Vagona şuhu şâd olmamış kimi Bizanslı yöneticiler ve şürekâsının selamları ile döndüm. Allah'ın selamını alan olmadı. Aklıma sorunun hiç bir zaman Tanrı değil ama elçisi olduğu geldi. Yeri değildi, ilk durakta indim. Arabama bindim, alet çalıştı, el övündü, Yeniköy'e geldim. O an da gelmesi gereken eski benler, genç benler, üzgün benler, yenilmiş benler, kazanmış benler, kayıp benler, hangisiyim lan benler? Gelmediler. 

Doğru hisle yanlış yere yolculuk diye bir şey icad oldu. Bana ilim irfan üfledi. Otopark yeri gösterdi, iç dış yıkamaya 35 lira istedi. Paraya kıyarak fazla kalmayacağımı söyledim. Hem araba yıkansa iyi olurdu, "beni yıka"sı gelen şeyler gibi, arınmak değil de sadece kimi izleri biraz görünmez kılmak için. Suç ortağımı otoparka bırakıp içi kahvaltılı, kahveli, düşlü, düşünmeli bir tur attım. Telefonun başına buruk adım sayarı binli sayılar gösterdi. Ara sokakta bizi kovalayan köpeğin yabancı sevmeyen az biraz tutucu, yaşlı ve biraz ters bir ruh olduğunu kaydetmedi. Ben ettim. 3-5 yüz adım daha ekledim kafadan. Adım olarak eklesem de eklemesem de ruhuma o anda eklenen, anda olma hali kazındı. Çünkü eğer kafayı çokça dizginlemeyi sevmeyen ve soru seven bir tipseniz ne kadar o ana ait yaşadığınızı çok sorgulamıyorsunuz. Ama o anda, kaçarken, koşarken, sadece orada olarak, sadece o anı yaşayıp kararlar verirken aklın, soruların, sorunların, benlerin, çoklu olabilirliklerin olmadığı, yalın, sessiz hatta denilebilir ki huzurlu bir alan oluşuyor. 

Al bana Pazar dersi. Ötesini berisini eğe büke oyna dur. 

Neyse tur diyordum. Arabam temiz bana bakıyordu. Otopark görevlisi ise ekstra bahşiş bekliyordu. Bindim. Arabam yıkanmanın verdiği pazar gecesi sineması tatlılığında sordu "napıyoruz?" Dedim şimdi gidiyoruz, bakalım neresini ister canımız, daha günün ilk yarısı bitti. Bir muzip bakış attı. Gülüştük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder