Bu Blogda Ara

24 Ağustos 2018 Cuma

Çiğleşme

Oysa şöyle olsa; düz bir işe girsem, aklı baliğ saatlerde uyusam, uyansam. Tek yumurta ikizlerine bakıcılık yapsam, bir anlatsam ama iki çocuk yetiştirsem. Naif mizaçlı olan anlattıklarımı engebesiz anlasa, istenen evlat, başarılı öğrenci ve saygın bir meslek profesyoneli olsa. Ruhunda zıpırlık olan ise metaforik okumalarla kendi gerçeğini yaratsa, bencil, faydacı ama daima yaratıcı bir girişimci olsa. Bir gün bana çay içmeye gelseler, yakın gözlüklerimi takıp her iki bacağıma oturtsam onları, yanaklarını sevsem. "Dünyanın yuvarlaklığı gibidir insan olma hali" desem "Bir noktadan uzak görünmek aynı anda diğer taraftan yakın olmak demektir." Naif olan ebeveynlerinin son ve çok stabil olmayan sağlık durumlarımdan, zıpır olansa ebeveynleriyle birbirilerine duydukları ihtiyacın sıfır toplamlı bir oyun olmasından bahsetse. "Bizi bırak da sen nasılsın lala?" deseler aynı anda "Popüler şarkıların içlerine yerleştirilmiş eski melodi sampleları gibiyim" desem, gülseler. Gülsek bir süre, ben sonlu ömrümün hayatlarının harcı olduğunun şuuruna , onlar karıştıkları bu ruhu mutlu etmenin doyumuna vararak, acı acı, tatlı tatlı ve içten gülsek. Naif olan yüzümü avuçlarına alıp alnımdan öperek, zıpır olan bir eli önünde belinden yere kadar eğilip selam vererek vedalaşsalar. 

Böyle işliyor zihnim işte, olmadığım, belki olamayacağım hayatlarda, tecrübelerde buluyor kendini. Tanrım ne çok duygu durumu var! Ne az zaman, ne az farkındalık, ne çok kabul, ne çok önyargı fakat ne az kendi dışındalık. Kendi dışındalık diyerek satır başı yapmıyorum çünkü konu uzun, yol kısa. Psikoloğuma az yürünerek varılıyor. Yanına varmak dışında bir yere varmak ise on yıllar sürebiliyor. Ayla olmasa ikinci randevudan sonda gelmezdim. Çünkü ikinci randevunun çıkışında Ayla ile sevişebileceğimi anladım. Sadece ona ne sürede varılıyor onu bilmiyorum. Bir süredir kendi içimdeki kötü belediyenin, Londra metrosuyla yarışma kararı aldığı uzun süreli kazıları, onlar bitmeden yeni hafriyatları, az boş sinaps kalsın hep beton oldu buralara aldırmadan doku özelleştirmelerinden gına geldi. Ben de belediye geçmişli bir danışman aramaya koyuldum. Alp -psikoloğum- ilk klinik deneyimini bir belediyenin sağlık kurumunda yapmış. Hiç yoktan iyidir diye düşündüm. Çünkü daha önceki deneyimlerim; NLP (Nörolinguistik Programlama), hipnoz, regresyon terapisi (şimdiki ve geçmiş hayatlardaki sorunları çözümlemek) gibi bana bir farkındalık kazandıran, ama farkındalık başına hatrı sayılır Türk lirasına mal olan bir serüven. Belki bir ara anlatırım. Kapıdan girmek üzereyim.

Kapıdan girerken çıkan kadının sakral eğrisi gözüme çarptı. Güzel kıçı varmışın mektep görmüş hali. Öyle çıkık kalçası var diye küçümsenecek konu da değildir, biraz abazalık biraz bilgelik içerir. Spiritüel anlamda astral bedenle ilişkili ve duygu merkezidir. Cinsel açıdan davetkarlığı cabasıdır, benim diyen adamın çapasıdır, doğurganlığın babasıdır. Küçük bir geri çekilme ile selamladım ikinci çakrasını, şuh bir tebessüm ile arz-ı endamını esirgemeden geçti gitti. Ben ahşap merdivenlerden çıkarken, insanın ahşap sempatisinin kökenini, kesilmesinden sonra bile çevre şartlarla etkileşmeye devam ettiği için ahşabın "ölü canlılığını" ve squat yaparak yapılandırılan poponun sahteliğini düşündüm. Nihayet son basamağı adımlayarak Ayla'nın coğrafyasına, Fırat Dicle arası kadar verimli topraklarına, kokusuna ve henüz hissedemediğim kadife dokusuna dahil oldum.

Heyecanla birine cevap yetiştiriyor olmalı, çünkü kafası görünmüyor bankonun arkasından. Başını eğerek anlık mesaj satırının üstüne titriyor olmalı. Beden çok ilkel ne kadar eğitsen de, işaretleri her zaman çok bariz ve okuyabilmesi kolay. Saat tam 17:00, beni bekliyor olmaması canımı sıktı. "İskender, huzur bulamadı olduğu yerde diye büyük sıfatını kazandığı için huzursuzluk aramamak lazım" dedim bankoya yaklaşırken. Gülümseyerek kafasını kaldırdı. Yüzündeki asimetri, akşam güneşinin pastelleştirdiği teni, Rokoko akımının neden gerçekleşmesinin gerektiğine iki yüzyıl sonra cevaplar veriyor. Tarihi öneminden habersiz, her habersiz şey kadar hem masum hem suçlu. "Her zaman olduğu gibi muzipsiniz Fatih bey, iyi akşamlar" diye doğuruyor ilk cümlesini Meryem ağzından. "İyi akşamlar Ayla" diyorum. "İzin verin İsa'nın ihmalkar babası olayım" diye kaçırıyorum ağzımdan. Kaçırıyorum diyorum çünkü daha direkt sevişme teklif etme şekli henüz icat edilmedi. Ağzı düz bir çizgi oluyor, kaşları ise ilkokul resimlerindeki martı olma çabasında. Böyle küçük hayal kırıklıkları güzel olabiliyor. Anlamadı neyse ki! "Büyük İskenderli cümlenizi anlamasam da eminin güzel bir şeydir" diyor. "Büyük İskender'den günümüzde anlamamız gereken tek şey bir buçuk porsiyon ve bol tereyağlı olması gerektiğidir." diyorum. Tebessümü gülümseye dönüyor. Dişlerini esirgemeden gülüyor. 

"Alp bey sizi bekliyor" diyor ayaküstü sevişmemizi keserek. "Teşekkürler" diyorum. "Ama bir konuda anlaşalım, seans sonuna kadar anlık mesajlaşmaya ara vereceksiniz. Ben çıktığımda kaç mesaj olduğuna dair bir iddiaya gireceğiz ve kazanan" Gözlerimin içine bakıyor, sağ gözümden içeri akıyor, içimde bir şeye karışıyor ve Ortadoğu'da kartlar yeniden dağıtılıyor. "Ve kazanan..." diye tekrarlıyor. Dudakları aralık, nefesi ıslığa dönüşecek debide, omuzları gergin, sırtı yine yay gibi. Tanrım, bu hali sürdüremeyeceğim, eğer Alp benimle sevişmezse çok zor bir 50 dakika olacak diye düşünüyorum. "Kazanan, kazanmış olacak işte. Diğerinin kabul edeceği bir bedeli ödeyecek" diyorum. "Anladım" diyor sadece kısa bir nefesle. Umarım benim "anladım"larım gibi değildir. "Peki, neden böyle bir şey yapıyoruz" diyor. "Çünkü üç dakikadır telefonunla ilgilenmiyorsun ve şimdiden 8 oldular. İlgilenmiyorsun çünkü içinde olmak istediğin bir anın içindesin, 8 oldular çünkü burada değil orada ol istiyorlar ve en önemlisi hayatta her şeyin bir tepe noktası vardır. Bazen isteyerek ama çokça mecburiyetten cevapladığın o mesajlar sen cevap vermedikçe gelmeye devam etmeyecek. Ha! Bir de akşama biraz eğlence ekleyelim diye, ne dersin?" Galiba bunu sesli düşündüm, hem de hepsini! Uzun sayılacak bir sessizlik oluyor. Tam olarak; biiiiiiiiiiiiiiiiir gibi. Sayıyı uzatarak. Onun kafasında ve bedeninde oluşan zıtlığı fark ederek Alp'in odasına dönerek yürümeye başlıyorum. İlk adım her zaman çok gergin, ikincide biraz daha rahat, üçüncüde bir ses "Tamam, ben varım ama ilk 8'i saymayacağız çünkü onu ikimiz de biliyoruz." Arkamı dönerek dağ elimi silah şekil yapıp işaret parmağımı yukarıdan aşağıya doğru sallıyorum Ayla'ya. Kaptım! gibi.

Ey kutsal sakral eğri! Kendine korunacak bir yer bul. Çünkü çok yağacak! 

Bildirim sesi geliyor "Dink!!" "Dokuz oldu diyorum, sesi kapat, kopya çekmeni istemeyiz!"

Sonra dördüncü adım, sonra beşinci. Odadayım.

23 Ağustos 2018 Perşembe

İyileşme

Gözlerim kapanıp açılıyor. Göz kapaklarım rüzgardan çarpan kapılar gibi, zorlukla açılıp süratle kapanma eğiliminde. Göz bebeklerim ise rüzgargülleri gibi hareketli, gözle kara sinek takibi konusunda rekor kırmama tek engel ölünce daha da ağırlaşan göz kapaklarım. Uyanan zihnim karmaşık, yine bir hipnoz seansında olduğumu tekrarlıyor kendi kendine. Bu sefer acaba ne olmaz şeyler söylediğimi tahmin etme yarışması yapıp kendince egzersiz yapıyor. Neden buradayım? Sessizlik bozuluyor;
" Son soru sanırım sizi bazı anlara geri götürdü, anlatmaya hazır hissetmeniz önemli, bekleyebiliriz." diyor. Tam karşıda sabitlenen göz bebeklerim insan iyileştirmek için daha analitik düşünen bir erkeği netleştiriyor. Gözlüklerinin ardında metanetle duran göz bebekleri profesyonel bir telaşsızlıkta, gerçekten bekliyor. Bilim adamlığı gereksinimlerinin alfası sabır olsa gerek, tereddüt etmeden, her sonuca açık olarak. Modern tıbbın bu dalında o yetiyi makul ücretle satın alabiliyor olmak çok küstahça güzel bir tatmin duygusu. 

Uyanan zihnimde düşünceler çengel bulmaca biçim serbest çağrışarak uzuyor. Vakit su gibi akıyor. O kadar zengin olmadığım, o kadar olmadığım, o hiç olmadığım gibi finale yakışan bir üçlemeyle son buluyor zihin aritmim, rüzgar kesiliyor, ana dönüyorum. "Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, ve her şey de bambaşka gelişebilir miydi?" diyorum. "Hmmm, açabilir misiniz bunu biraz ?" diyor. "Açamam, zira 465 sayfa" diyorum "Zaten bir bu satır bir de müzedeki tarihlenerek notlar alınmış yüzlerce izmarit, zayıf hafızam için bile yeterince güçlü" "Masumiyet müzesinden alıntı yaptığınızı anlamıştım, yanlış anlaşılmasın, sadece kendi ile ilgili şeyleri anlatma gücü bulamayan kişiler kendi adına konuşturdukları alıntılar taşırlar" diyor. Oturuşunda bir değişim, bakışlarında bir kıpırtı, o anda kendi olmasıyla ilgili hiç bir ipucu belirmiyor. Robot psikolog olması durumuna karşı "Kontrol alt diliit, alt eskeyp, alt breyk ve alt efdört" diyorum. Gülüyor. Çünkü robot psikoloğa o kadar ödemek enayilik olur. "Belki de gülmeye programlanmışsınızdır." diyorum. Gülüşü yüzüne yayılıyor, bilmem kaç bin kası geriliyor, burun delikleri yukarıya kalkıyor, gözleri küçülüyor. Kesin insan! "Zamanımız maalesef bitti, bu hafta tekrar görüşelim isterseniz" diyor. "Görüşelim" diyorum. "Eminim sigorta şirketim de bunu istiyordur." "Siz Ayla hanımdan haftanın programına göre bir ayarlama yapmasını rica edin lütfen, görüşmek üzere!" 

Her şey kocaman bir düzenek diye düşünüyorum odadan çıkarken. Yeniyetme bir düşünce de değil üstelik bu. Aidiyet ise tamamen bambaşka his, çünkü düzenin parçası olmak da isteyebilir insan, yani kendini o parça olmakla ilgili çok yeterli ve yerli yerinde hissedebilir. Ama bu iki his aynı anda olunca, düzene inanmadığı için mi ait değil, ait hissetmediği için mi bir teşkilat olduğunu düşünüyor, karışıyor. 

Ayla, buraya geri gelmemin sebeplerinden. Küçücük elleri, dar omuzları, sanki vücudu bir şeye uzanırmış hissi veren ince uzun boynu ve Claire Forlani'ye rahmet okutan köşeli çenesiyle yine bankonun üzerinden sadece saçı görünecek şekilde oturuyor. Onu her gözlemlediğimde, yüzünden ve bedeninden topladığım işaretlere göre psikanalizin çözümlemeye niyet dahi edemeyeceği bir sır olarak, kürkçü dükkanında kasada durmayı başaran tilki tatminiyle bir tebessüm ediyor, bir gülüyor ve hemen arkasından bedenini yay gibi gererek yıldızlararası seyahatlere çıkıp, en az üç galaksinin yarı tanrılarını ateşiyle kavurarak masasındaki anlık mesajlaşma satırına dönüyor. Onu beğeniyorum, daha çok arzuluyorum, en çok da kendime benzetiyorum.

Adımlarımı aksak ritm yere vurunca gülerek kaldırıyor başını, tanrım o çeneye yayılmış ağzı her dönemin en meşhur davetiyesi. Bankonun önüne geldiğimde manik haline denk geldiğim için seviniyorum içimden. Yerinde duramadan konuşuyor "Nasıl geçti Fatih bey?" "Sanırım yine o karanlık tünellerden birine girdim" diyorum. "Sormasam gerek aslında ama çok değişik tarif ediyorsunuz, merak ediyorum. Nasıl oluyor?" diyor. "Uykuya daldığın anı hatırlamamak gibi işte" diyorum " Ne rüyalar gördüm Ayla, zaten yoktular." Gülüyor. Sağ elini silah şekil yapıp işaret parmağını bana doğru yukarıdan aşağıya hareket ettiriyor. "Kaptım!" gibi. Kap Ayla, bir dakikadan kısa sürede 6 bildirim geldi anlık mesajlaşma uygulamana, duramazsın sen Ayla, durmana izin verecek şartları kovalarsın, sürekli meraklı sorulara, ilginç anlara seyahat etmek ihtiyacındasın, katmanlı hisler durup genişlemeyi gerektirir o yüzden sevmezsin onları, ama onlar senin ellerin beğenir, fotolarını beğenir, manik anındaki sevişme arzunu, depresifken sevişme ortasında ağlama nöbeti geçirmeni, kasılan bedenini, makyaj yüzünden havasız kalan çenenin kenarındaki sivilcenin kızarmasını.....

Zihnimi durdurmam gerekti. Anlamayan kaldıysa; hiperseksüelim. Kadın olsam nemfomanyak derdik havalı olurdu. Kadın değilim ama kadın kadar erkek bedenini merak ederim. Kontrol edilemeyen ve hiç eşli bir ihtiyaç durumuyla yaşıyorum. Seksin kendisine duyduğum fanatikçe bir ihtiyaç diyelim, böyle anlaşılır oluyor. Biçim itibari ile aşka aşık olmakla benzer, bu açıdan ise prensipte seksin Mevlana'sı denilebilir. Denmese de olur çünkü bu teorik tanımlamayı Ayla'yı bankonun arkasından çekip sevişmeye başlamamak için yapıyorum.

"Bu hafta tekrar görüşeceğiz, sen bir ayarlama yaparsın" kalp ritmim hala yüksek. "İstediğinizde görüşebiliriz tabii" göz kırpmalı emoji Ayla, çok vatsapsın. "Hemen bakıyorum Fatih bey!" Düz bir ifadeyle karşılaşınca hemen kendi karanlık bölgesine geçiyor, kesinlikle beyli ve ünlemli konuşuyor. Bildirimler 9 oldu. "Perşembe 17:00 size uygun mu?" "Ayla siz öyle diyorsanız, uygun olmalı, olmak zorunda, hayatım buna bağlı!" diyorum. Kötü ayrılıkları sevmediğimden yapıyorum. Yeniden gülüyor. Gülüş uzuyor, adımlarım uzuyor, zaman uzuyor. Max Payne ev sahnesi bu, saçmalıyorum yine. "Görüşürüz" diyorum. "Görüşürüz" diyor Ayla, bildirim 11.


18 Mart 2018 Pazar

Pazar kıymığı

Pazar sabahı saat 07:15, uyandım. Bu haftasonlarına özgü ansızın gelen "hayatı kaçırmayayım" hissi peydahlandı. Dünü haftasonundan saymamış besbelli. Göz kepenklerini böyle gürültülü açınca onunla mücadele etmenin yersiz olduğunu biliyorum. Doğruldum. Üstüme sinen hücre evi kasveti, uyku nefesi bulutları, dün gece kavanoza kapatmadığım sorular çöktü üzerime. Camı açtım. Karşı komşu balkona aynı desenli boxerını asmış, demek dün gece giymedi. Nesi var acaba? Kız arkadaşıyla ayrılmış olmalılar yoksa haftasonları temizlik huyu değil. Kasvet biraz dağıldı, uyku nefesleri bir kaç soruyu da kapıp güne karıştı. Özneleri yok olan fiiler biri sorarsa ne yaparız endişesiyle kapı eşiğine doluştu. Gizli özneli daha gizemli göründüklerini söyleyerek teselli verdim. Bedenimi suladım, çok yıkanmak gibi değil ama duştan da biraz fazlası. En yolculuk seven şarkının nakaratı ıslık olarak dudaklarıma kondu. Ben, ıslak ve ıslık 1,5 metrekarede köşe kapmaca oynayarak bir süre dans ettik. Hayatta olan her iyi şey diğer parçası olan kötü şeyi özledi. Geçen hafta toprağa verdiğimiz yakın arkadaşımın bir anısı, nereye gittiğimi ya da ne beklediğimi bilmediğim hissi, özlediğimi sanarak arandığım ama bulduğumda özlemediğimi anladığım anlar banyoya geldi. Kabin sıkıştı, içim tıkıştı, çıktım. 

Bugün Yeniköy'e gitmeliyim! 

O andaki sorulara cevap bulamadığımda genellikle başvurduğum "ne güzel zamanlarmış" kurtarıcı hayıflanması kapıyı tıklattı. Tam olarak hazır değildim, zaten tam olarak hazır olmak neydi? Niçin gecikme seven bir şeydi? Değerli hissetme durumunu yokluğuyla aranan bir şey miydi? Varolan sorular zaten endişeli sorularla atışır gibi oldu. Gözüm seğirdi. Tam gözümün önünde bakkala gitmek istemeyen ama görevi de reddedemeyen çocuk halim isteksizce ayakkabılarını giydi. Selam kuantum. Bu çoklu olabilirlik hali evi iyice tımarhaneye çevirmeye çalışıyordu. Hızlıca elime geleni alıp çıktım, kapıyı kapattım ama kilitlemedim. Belki başka bir zaman diliminde çok uzaklardan ona gelen sevgilisini havaalanında karşılamaya giden ben kapıyı üç defa kilitlemiş olabilirim. Daha çok olmak istediğim yere gidiyorum seviyesiyle ilgili bir şey sanırım. Hem bakkaldan dönecek olan çocuk halim endişe edebilirdi kapıyı kilitli olarak bulsa. Herkes için iyilik olduğunu düşündüğüm şeyler gibi kendimi yeterli hissederek toplu taşımaya doğru yollandım. Evet, ne yapıyorduk? Yeniköy. 

Aynı aracın yüzlerce insanı farklı hikayelerde ama ortak olarak aynı anda aynı düzlemde taşıyor olması hep ilginç gelmiştir. Acaba hangi hallerimin hangi yolculuklarda o metroda olduğunu düşünmemeye çalışarak yerime oturdum. İnsanları gözlemlemek böyle durumlarda kendine de belirli bir mesafeden bakabilmeyi gerektirir. Çekinmedim, çıkıp bir kaç on metre yukarıdan vagona baktım. Bu mucize gibi kara ve deniz parçasını kendi medeniyeti haline getirmekle meşgul, hep burada olacağını sanan zamanının insanlarının kalıntılarını gördüm. Metro yoktu ya da daha derinlerdeydi. Vagona şuhu şâd olmamış kimi Bizanslı yöneticiler ve şürekâsının selamları ile döndüm. Allah'ın selamını alan olmadı. Aklıma sorunun hiç bir zaman Tanrı değil ama elçisi olduğu geldi. Yeri değildi, ilk durakta indim. Arabama bindim, alet çalıştı, el övündü, Yeniköy'e geldim. O an da gelmesi gereken eski benler, genç benler, üzgün benler, yenilmiş benler, kazanmış benler, kayıp benler, hangisiyim lan benler? Gelmediler. 

Doğru hisle yanlış yere yolculuk diye bir şey icad oldu. Bana ilim irfan üfledi. Otopark yeri gösterdi, iç dış yıkamaya 35 lira istedi. Paraya kıyarak fazla kalmayacağımı söyledim. Hem araba yıkansa iyi olurdu, "beni yıka"sı gelen şeyler gibi, arınmak değil de sadece kimi izleri biraz görünmez kılmak için. Suç ortağımı otoparka bırakıp içi kahvaltılı, kahveli, düşlü, düşünmeli bir tur attım. Telefonun başına buruk adım sayarı binli sayılar gösterdi. Ara sokakta bizi kovalayan köpeğin yabancı sevmeyen az biraz tutucu, yaşlı ve biraz ters bir ruh olduğunu kaydetmedi. Ben ettim. 3-5 yüz adım daha ekledim kafadan. Adım olarak eklesem de eklemesem de ruhuma o anda eklenen, anda olma hali kazındı. Çünkü eğer kafayı çokça dizginlemeyi sevmeyen ve soru seven bir tipseniz ne kadar o ana ait yaşadığınızı çok sorgulamıyorsunuz. Ama o anda, kaçarken, koşarken, sadece orada olarak, sadece o anı yaşayıp kararlar verirken aklın, soruların, sorunların, benlerin, çoklu olabilirliklerin olmadığı, yalın, sessiz hatta denilebilir ki huzurlu bir alan oluşuyor. 

Al bana Pazar dersi. Ötesini berisini eğe büke oyna dur. 

Neyse tur diyordum. Arabam temiz bana bakıyordu. Otopark görevlisi ise ekstra bahşiş bekliyordu. Bindim. Arabam yıkanmanın verdiği pazar gecesi sineması tatlılığında sordu "napıyoruz?" Dedim şimdi gidiyoruz, bakalım neresini ister canımız, daha günün ilk yarısı bitti. Bir muzip bakış attı. Gülüştük.