Meşrebim gereği tatmin etmem gereken duygularım var, şikayet edemem. Biraz farklı sıralamada ve ihtiyaçta olsunlar isteyebilirdim. Bu kadarı kadı kızında da oluyor. Kadı bunu dadıdan biliyor. Kimden bilecek kendine bok atacağı yok. Dadı ise hanımdan şüpheleniyor, müştemilattan şikayetçi fakat gelecekten umutlu, kocası mutlaka dadı kontenjanından şoför, çocuklar varlıkla yokluk arasında aptal, büyük olan biraz serpilse kadı kızına hikaye gereği yanık, kadı kızı da boş değil, sadece çok hoş değil. Bu yüzden "o kadar da olur yani" demek için sittin senedir ağıza sakız oluyor. Kadı kızı bu dolaylı meşhurluğundan hoşnut iki seksen yatıyor rahat mezarında, babası kimi taklalar atmıştır kesin.
Özetle, kendimde şikayet ettiğim ama sonra kendime kıyamayıp affettiğim şeyler listesinin başında bu öncelik sırası çok hoşuma gitmeyen duygu sıra dağları bulunuyor. İlk sırada ve bariz bir farkla gelen suçluluk. Bu, farkındalık sayesinde zamanla azalması gereken duygu, sanki yaşı kamil oldukça ve yeteneklerinin farkına vardıkça Usain Boltsal bir seviyeye ulaşıyor benim için. Yani sadece kazanmak değil artık onun için mesele, kazanacağının farkında olarak kalan diğer şeylere kötü de hissettirmek aynı zamanda. Finiş çizgisini geçerken dönüp arkasına tebessümle bakmak. Yetersizlik şemamı birlikte önce keşif sonra delik deşik ettiğimiz terapiseanslarından, zaman zaman hissettiğim kararlı ve yeterli anlardan, doğru olduğundan emin olduğum seçimlerimden sağ salim çıkmayı başaran, kendinden emin bu şampiyon, beni benden daha iyi tanır hatta onu biraz geçerek tanımlar hale geldi. Keşke ben de herkes gibi oturup nasıl mutlu olacağımın muhasebesini yapsaydım, nasıl mutsuz olmayı hak ettiğimi anlamlandırmak yerine.
İçimdeki bu motorlu trafik polisi tutum, yol kenarındaki varlığına anlam kazandırmak için zaten gidilecek başka yer olmayan bir tek yönde elleriyle "geç, geç" yapıyor. Her şey kontrol altında tribi bu. İyi de biz buraları geçmiştik. Trafik de çok kötü değildi. Sadece sıkışık trafiğin açılmaya başladığı an da, oraya varmış olmanın rahatlığı ama o tempoya da alışmış olduğun için daha hızlı gidemediğin anları yaşıyordum. Elbette varmak istediğim yerler vardı, biraz geç kalmış da olabilirdim. Ama işte o an, o anın ağırlığını yaşıyordum. Yanlış yolu seçtiğimi falan düşünmüyordum, yanlış zamanı da. Geçilmiş yerlerin ve verilmiş kararların ve yaşanmışların koşarak önüne geçip, trafiği daha da sıkıştırarak "geç, geç" demenin ne anlamı vardı.
Burçlardan ya da yıldız fallarından anlamam ama anne rahminde neredeyse yerçekimsiz ortamdaki bir astronot gibi devinip dururken, o esnadaki civar gezegenlerin konumlarının ve onların yarattığı bağıl çekimlerin dna seçilimi ve dizilimine etki ettiğini okuduğumda bu beni inandırmaya yetmişti. Aynı, inandırıcılığı sorgulanmayan fazla katmanlı yalanlar gibi. Bence gerçeklik algısı yaratacak her şey yeterince gerçektir. Fazla tartışmaya ya da etik sorgulamaya gerek yok. Yakında tüm duyularımızla istediğimiz hayatları sonuna kadar yaşayacağımız sanal gerçeklik dönemi geliyormuş. Buyursun gelsin. Emin olduğum tek şey, çığır açacak olan şeyin bunun gerçek olup olmaması değil de neyi ne kadar isteyip istemediğimizi fark etmemiz olacak olması. Neyse. Bir yerinden inandığın şeyleri biraz daha okumak, etraflıca anlamak ve mümkünse kendi içinde çeliştiği yerleri bulmak istersin. Neticede doğadaki en kararsız atom insan, onu bu kararsızlığa ulaştıran - adına "ruh" da diyorlar - daha görünmez seviyede bir enerji. Sonuçta bu kararsızlığın evrene özgü bir şey olduğunu, dolayısıyla konunun sen olmadığını, senin esas konunun özgün bir parçası olduğunu hissetmek istersin. Öyle de olur. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. İşte bu okumalar arasında nerede olduğunu hatırlamadığım bir Merkür Retrosu hatırlıyorum.
Özetle, bana hep olan şeyin galaktikasal açıklaması. Oh lan astroloji! Seni uyduranı seveyim. Adam benim yaşamaya çalıştığım beladan yola çıkarak nerelere varmış.
Bu Merkür Retrosu, Ankara'nın metrosu gibi. Planları var, ilerleme raporları var, yapım ve teslim tarihleri var. Tek farkı Merkür Retrosu tekrar edeceğini, yani hiç bitmeyeceğini dürüstçe söylüyor. Ankara'nın eksiği burada, çünkü herkes bunun hayaliyle ve yarım yamalak şantiyeleriyle bekleyip umut ederek ölmeyi kabul ediyor.
Çöküyorum bir köşeye, dizlerimi karnıma çekiyorum. Diyorum ki "Ah dadının oğlu, kendi yoluna gitseydin daha çok karşısına çıkar mıydın kadı'nın kızının?" Sonra bir trafik polisi motoru geçiyor önümden, üzerindeki stickerı okuyorum "Dikkat, mühendislikle yaklaşmayın!"
Oldu.
Vaktinde bolca karışan kafamın içinde çıkılan gezmelerde, takmazsak kafayı eğer kıvrımları bizden önce işaretleyen diğer memelilere, ulaşılabilir mi fatihsel düzlemde apsisimin ordinatıma "tık" dediği yere...
Bu Blogda Ara
21 Mayıs 2017 Pazar
15 Nisan 2017 Cumartesi
Erdem'ler
Yine üstüme çöktü ağırlığın
Atsam atılmıyor
Suya bile katılmıyor
Öyle ayrık
Öyle sen
Esnesem gitmiyor
Kokusu olsa tanırım
Ne kadar gerekirse uzak kalırım
Ama hep en sevdiğim renk
Öyle inandırıcı
Gelip göğüs kafesime oturuyor
Sormasam da anlatıyor;
"Hani sen geliyordun
Kendime geliyordum ben de
İçimde sevilmeye değer o küçük, ufacık yer
Görünür oluyordu
Ya da ben öyle sanıyordum
Kendimi de götürdüğüm her yerin
Hem sebebi hem sonucu oluyordun
Kazanan mevsimler oluyordu
Konuştuğumuz çiçekler söylemişti bunu
Bahar kokan her şey biraz yalancıydı
İşte bu yüzden
Biraz anlamazlıktan gelip
Bir süre daha sarılıyorduk
Yaşadığımız her şeyi biraz kullanılmış bulup
Yabancılaşıyorduk
Sonra çekip gidip semaya
Ayak basılmamış gezegenler aramayı düşünüp
Gülüşüyorduk"
Duruyor birden
Derin bir nefes alıyor
Çok yorgun gibi soluyor
Anlaşılmaz sorular soruyor
En son göğüsümden kalkıp
Enseme oturuyor
Tansiyonum artar
Çok yükseklerden aşağı sarkar
Gibi oluyor
Biliyorum gitmeyecek
Gittiğinde ise
Çağırsam da gelmeyecek
Yine üstüme çöktü ağırlığın
Çok zordur bilirim
Hala gittiğin yerlerde yaşamak
Ait olacak yerler aramak
Sen şimdi git
İstersen yine gel
Çünkü neden sonra varılır hedeflere
Neden sonra bakılmaz bir daha geri
İşte onu bilmem
Bilmemek erdemse
Erdem'ler bizde yatıda...
Atsam atılmıyor
Suya bile katılmıyor
Öyle ayrık
Öyle sen
Esnesem gitmiyor
Kokusu olsa tanırım
Ne kadar gerekirse uzak kalırım
Ama hep en sevdiğim renk
Öyle inandırıcı
Gelip göğüs kafesime oturuyor
Sormasam da anlatıyor;
"Hani sen geliyordun
Kendime geliyordum ben de
İçimde sevilmeye değer o küçük, ufacık yer
Görünür oluyordu
Ya da ben öyle sanıyordum
Kendimi de götürdüğüm her yerin
Hem sebebi hem sonucu oluyordun
Kazanan mevsimler oluyordu
Konuştuğumuz çiçekler söylemişti bunu
Bahar kokan her şey biraz yalancıydı
İşte bu yüzden
Biraz anlamazlıktan gelip
Bir süre daha sarılıyorduk
Yaşadığımız her şeyi biraz kullanılmış bulup
Yabancılaşıyorduk
Sonra çekip gidip semaya
Ayak basılmamış gezegenler aramayı düşünüp
Gülüşüyorduk"
Duruyor birden
Derin bir nefes alıyor
Çok yorgun gibi soluyor
Anlaşılmaz sorular soruyor
En son göğüsümden kalkıp
Enseme oturuyor
Tansiyonum artar
Çok yükseklerden aşağı sarkar
Gibi oluyor
Biliyorum gitmeyecek
Gittiğinde ise
Çağırsam da gelmeyecek
Yine üstüme çöktü ağırlığın
Çok zordur bilirim
Hala gittiğin yerlerde yaşamak
Ait olacak yerler aramak
Sen şimdi git
İstersen yine gel
Çünkü neden sonra varılır hedeflere
Neden sonra bakılmaz bir daha geri
İşte onu bilmem
Bilmemek erdemse
Erdem'ler bizde yatıda...
2 Nisan 2017 Pazar
Hikaye Dükkanı -3-
Bu çok sık olmuyordu.
Dükkanı açtığım günden beri her seferinde; tamam, bunu beklemiyordum, şimdi bu hikayenin içimdeki ekosu ile uzunca bir süre geçireceğim, olur olmaz kabuslar görüp puslu sabaha karşılarda yatağımda ellerimin üzerine oturup sağa sola sallanarak "bırakacağım bu işi" dediğim anlar olmuştu. Beni çok sarsan, inandığım değerleri çok sert sorgulayan, yaşadığım onca şeye karşın hayatın içinde kendimi önemsiz bir figüran gibi hissettirerek, iyi niyetli ve geleceğe dair umutları olan bir kişi olmanın en zor şey olduğunu anlatan bu hikayeler, kahramanları ile birlikte artık beni de kapsayarak o tecrübenin ortağı yapıyordu. Bir kez o ortak anının bir parçası oldunuz mu, kabuslardan, halüsinasyonlardan, yerli yersiz gelip sizi yakalayan o duygulardan kurtulamıyordunuz. Anlamayı ve sindirmeyi geçtim bazı hikayeleri dinlemeye bile dayanabilmek çok zor oluyordu. Bu yüzden güzelce etiketleyip kaldırmadan kafamın içinde aylarca birlikte yaşadığım hikayeler oluyordu. Elçiye zeval oluyordu. İçinde kaybetmek olmayan oyunlarla büyümüş çocukların bir yere koyamadıkları ama bir türlü de anlatmayı beceremedikleri hikayelerinin istirahatgahı olan dükkan aynı zamanda bir çeşit ikinci hayat ihtimali oluyordu onlar için.
İçinde çok inanılmaz ilişkiler, zaman ve mekanın kaybolduğu, gerçekliği sorgulanabilir anlar olan çok hikaye dinlemiş ve bazen kendi gerçekliğimi sorgulayacak kadar kaybolmuş hissettiğim anlar olmuştu. Ama bu... Ana karakteri ben olan bir gariplik beni gelip bulmuştu. Babamdan bir mektup gelmişti. Daha kısa süre önce ellerimle toprağın altına koyduğum babamdan bir mektup. Almak ister miydim? Alsam açmak ister miydim? Açsam okumak ister miydim? Şakacı bir işgüzarın zamansız bir şakası mı yoksa bizzat iş bilmez PTT'nin rutin bir gecikmesi miydi?
Kapının üstündeki şamadıra şıngırdadı, kafamı kaldırdığımda elinde öbür dünyadan bir mektupla geldiğini iddia eden yabancı gitmişti. Bordo siyah montu merdivenleri inerek kalabalığa karıştı. Kıpırdayamamıştım. Mektup masanın üzerinde duruyordu. Beyaz bir zarf. Kendi hikayeme giriş bileti...
Dükkanı açtığım günden beri her seferinde; tamam, bunu beklemiyordum, şimdi bu hikayenin içimdeki ekosu ile uzunca bir süre geçireceğim, olur olmaz kabuslar görüp puslu sabaha karşılarda yatağımda ellerimin üzerine oturup sağa sola sallanarak "bırakacağım bu işi" dediğim anlar olmuştu. Beni çok sarsan, inandığım değerleri çok sert sorgulayan, yaşadığım onca şeye karşın hayatın içinde kendimi önemsiz bir figüran gibi hissettirerek, iyi niyetli ve geleceğe dair umutları olan bir kişi olmanın en zor şey olduğunu anlatan bu hikayeler, kahramanları ile birlikte artık beni de kapsayarak o tecrübenin ortağı yapıyordu. Bir kez o ortak anının bir parçası oldunuz mu, kabuslardan, halüsinasyonlardan, yerli yersiz gelip sizi yakalayan o duygulardan kurtulamıyordunuz. Anlamayı ve sindirmeyi geçtim bazı hikayeleri dinlemeye bile dayanabilmek çok zor oluyordu. Bu yüzden güzelce etiketleyip kaldırmadan kafamın içinde aylarca birlikte yaşadığım hikayeler oluyordu. Elçiye zeval oluyordu. İçinde kaybetmek olmayan oyunlarla büyümüş çocukların bir yere koyamadıkları ama bir türlü de anlatmayı beceremedikleri hikayelerinin istirahatgahı olan dükkan aynı zamanda bir çeşit ikinci hayat ihtimali oluyordu onlar için.
İçinde çok inanılmaz ilişkiler, zaman ve mekanın kaybolduğu, gerçekliği sorgulanabilir anlar olan çok hikaye dinlemiş ve bazen kendi gerçekliğimi sorgulayacak kadar kaybolmuş hissettiğim anlar olmuştu. Ama bu... Ana karakteri ben olan bir gariplik beni gelip bulmuştu. Babamdan bir mektup gelmişti. Daha kısa süre önce ellerimle toprağın altına koyduğum babamdan bir mektup. Almak ister miydim? Alsam açmak ister miydim? Açsam okumak ister miydim? Şakacı bir işgüzarın zamansız bir şakası mı yoksa bizzat iş bilmez PTT'nin rutin bir gecikmesi miydi?
Kapının üstündeki şamadıra şıngırdadı, kafamı kaldırdığımda elinde öbür dünyadan bir mektupla geldiğini iddia eden yabancı gitmişti. Bordo siyah montu merdivenleri inerek kalabalığa karıştı. Kıpırdayamamıştım. Mektup masanın üzerinde duruyordu. Beyaz bir zarf. Kendi hikayeme giriş bileti...
Rezervasyon şart
Sırat köprüsü gerçekten var
Yap işlet emret
Gişelerden önce trafik kıyamet
Aynı İstanbul
Hakkını bu dünyada alamayan
Hakkının peşinde
Biraz sabırsız
Biraz inancı sınanmış
Emekliye çift ikramiye tam da bu aydı
Bilemeyecekler
Yalan yanlış anlayıp hezeyan yaratan var
Aşkı yanlış anlamış bir zat
Bir tamamlanma hikayesi anlatıyor
Gökten üç elma düşmüş
Yersen
Çok isteyip alamayanlar
Çok sevip kavuşamayanlar
Çok planlayıp yapamayanlar
Sanırsın bir nev-i rehabilitasyon merkezi
Sen neyi aradın fani?
Ne kadar inandın?
Çünkü cennet de reddedebilen bir müessese
Şaka değil
Tüm cihanların en talep gören yeri
Rezervasyonsuz yer
Malumunuz pek bulunmuyor.
5 Mart 2017 Pazar
Altın Oran
Gölgesinde dinlendiği ağacın
Cılız serinliğinde bulduğumda onu
Yorgundan çok
Dargın gibiydi
Doğayla konuşabilen
Ama
Mevsimsiz sıcaklarda kalmış
Biraz tedirgin yaslanmıştı ağacın gövdesine
Gölgelik desen
Asma altı değil
Kış ayazından kendini korumaya çalışan
Gariban bir erik
"Gel şöyle soluklan" diyesi oldum
"Çocuk"
"Gel çocuk"
"Ah! çocuk"
"Mevsimlere uzaksın biraz"
"Ve ne yollardan gelmişsin"
"Saçlarının rengi ırsi tamam"
"İtirazım yok"
Baktı çocuk
Kafasını kaldırmadan
"Olmadı" dedi
Anlamadı söylediğimi
"Gel" dedim "çocuk"
"Altın oranı bilir misin?"
"Çok" dedi "bilmekten belki"
"Olmamıştır"
"Bilmekten değil çocuk"
"İnanmamaktan"
El salladım ardından
Erik soğukta
Çocuk hesap kitaptaydı
Uzaklaştım
"Ah çocuk!"
"Gün döner, yaz olur, erik çiçek açar gölgesi yüce olur"
"Umarım inanırsın" dedim
O nasıl söz! Bumerang
Gözümü açıyorum
Hala burada
İçimden tekrarlıyorum üç kere
"Yine gel, yine gel, yine gel"
Davetli olmakla
Ev sahibi olmak farkı gibi
Ziyaretçinin güzellikleri aldığı
Kalan her şey senin
Geliyorsa bir bildiği vardır
Belki senindir,
Henüz haberin yoktur...
Sözel İletişim Vergisi
Gitmek,
Hareket edilecek nokta kadar
Gidilecek bir nokta da gereksiniyor
Ve o yollara eşlikçi biletler
Kendilerinden emin ve hatta
Küstah olabiliyorlar
Pılı pırtıyı
Saçı başı toplamak iş değil de
Aklı fikri ne kadar toplasan da
Bişey unutmuşluk fikri
Kolay atlatılmıyor
Selam lan uzaklar
Nabersiniz
Havanız ne de sıcakmış
Ruhunuz kadar konuşun
Kalıcı değilim
Çok yalnız da sayılmam
Aynadaki görüntüme çok takılmazsak
Geride bırakılamayan şeyler var yanımda
Telekomünikasyon faturalarını saymazsak
Telgrafınızın telleri kaç böbrek ediyor?
Ölçülebilir ses dalgalarını siz
Hem de kazık fiyattan taşısanız da
Kulağımdaki şarkının sesiyle
Ve biraz da dudağımdaki ıslaklıkla
Kimine göre kaçak yolculuk yapan hisleri
Faturalandırmanız zor
Tanısanız çok seversiniz
Zira az müşteriniz değil
Ve bir böbreği halihazırda
Sallantıda
Hareket edilecek nokta kadar
Gidilecek bir nokta da gereksiniyor
Ve o yollara eşlikçi biletler
Kendilerinden emin ve hatta
Küstah olabiliyorlar
Pılı pırtıyı
Saçı başı toplamak iş değil de
Aklı fikri ne kadar toplasan da
Bişey unutmuşluk fikri
Kolay atlatılmıyor
Selam lan uzaklar
Nabersiniz
Havanız ne de sıcakmış
Ruhunuz kadar konuşun
Kalıcı değilim
Çok yalnız da sayılmam
Aynadaki görüntüme çok takılmazsak
Geride bırakılamayan şeyler var yanımda
Telekomünikasyon faturalarını saymazsak
Telgrafınızın telleri kaç böbrek ediyor?
Ölçülebilir ses dalgalarını siz
Hem de kazık fiyattan taşısanız da
Kulağımdaki şarkının sesiyle
Ve biraz da dudağımdaki ıslaklıkla
Kimine göre kaçak yolculuk yapan hisleri
Faturalandırmanız zor
Tanısanız çok seversiniz
Zira az müşteriniz değil
Ve bir böbreği halihazırda
Sallantıda
Aşka malumat, başka malumat
Olmaz
Öyle düşünmezdim
Aynı zamanda öyle yemez
İçmez
Ve asla o sevdadan dönmezdim
Dur derdimi anlatayım
Lafımdan döneklik değil çabalamam
Lafın dönmesi
Sabah oldu
Güneş doğdu
Ona lafım yok
O sabit
Ama dünya görünür oldu
Görünenlerse
Aynı olmadılar
Kızdım
Kızgındım
Arkamı döndüm
Gece oldu
Görünen ak sakallı bir ihtiyar oldu
Dizine kadar da sakalı vardı
İnanmamazlık olmazdı
Bin dereden su geldi
Tarlalar hasat oldu
Seni severken doğan bebekler
Ergen çocuk oldu
Yağmur yağdı
Gökkuşağı çıktı
Ebemkuşağı renkler gerçek gibi oldu
Nefsim aç
Aklım fakirdi
İnanır gibi oldu
Yüzümü ekşittim
Bu bedende hep beraberdik
Başka yöne baktım
Baktığım çiçekler soldu
Yanabilir tüm otlar ciğerime doldu
Gözlerim iyi görmez
Yüreğim ucu kırılıp katlanır gibi oldu
Baktım
İş değişmiş
Aş değişmiş
Hızlı tren bitmiş
Sevdamın tarifi başka oldu.
Öyle düşünmezdim
Aynı zamanda öyle yemez
İçmez
Ve asla o sevdadan dönmezdim
Dur derdimi anlatayım
Lafımdan döneklik değil çabalamam
Lafın dönmesi
Sabah oldu
Güneş doğdu
Ona lafım yok
O sabit
Ama dünya görünür oldu
Görünenlerse
Aynı olmadılar
Kızdım
Kızgındım
Arkamı döndüm
Gece oldu
Görünen ak sakallı bir ihtiyar oldu
Dizine kadar da sakalı vardı
İnanmamazlık olmazdı
Bin dereden su geldi
Tarlalar hasat oldu
Seni severken doğan bebekler
Ergen çocuk oldu
Yağmur yağdı
Gökkuşağı çıktı
Ebemkuşağı renkler gerçek gibi oldu
Nefsim aç
Aklım fakirdi
İnanır gibi oldu
Yüzümü ekşittim
Bu bedende hep beraberdik
Başka yöne baktım
Baktığım çiçekler soldu
Yanabilir tüm otlar ciğerime doldu
Gözlerim iyi görmez
Yüreğim ucu kırılıp katlanır gibi oldu
Baktım
İş değişmiş
Aş değişmiş
Hızlı tren bitmiş
Sevdamın tarifi başka oldu.
31 Ocak 2017 Salı
Tahsilat önemli konu
O iş öyle olmadı...
Her önüme geleni kocaman sevmiştim
Piyasadan alacağım büyüktü
Vermek başka
Almak başkaymış
Bir yahudi söylemişti
Sonrası malum
İyi niyetli telefonlar
Falcılar
Muskalar derken
Uyuyakalmışım
En heyecanlı yerinde tam da
Uyanıp
Daha önce ne olmuştuyu soran
Bir tek ben miyim?
Diye düşünmüştüm
Büsbütün zamanlaması tutmamış
Mayası ekşimiş
Vakti geçmiş tüm hamurlar gibi
Kabarmak yerine kaskatı kesilmiştim
Heybe yarı dolu
Hangi yarısı boş?
Ne varsa eteğimde dökmüştüm
Ve yine bir arkadaşım meşhur olmuştu
Havasından geçilse bile
Yine de varılamıyordur bir yere
Belki de daha çok uyumalıydım
Ya da daha çok alabilmeyi becerebilmeliydim.
Her önüme geleni kocaman sevmiştim
Piyasadan alacağım büyüktü
Vermek başka
Almak başkaymış
Bir yahudi söylemişti
Sonrası malum
İyi niyetli telefonlar
Falcılar
Muskalar derken
Uyuyakalmışım
En heyecanlı yerinde tam da
Uyanıp
Daha önce ne olmuştuyu soran
Bir tek ben miyim?
Diye düşünmüştüm
Büsbütün zamanlaması tutmamış
Mayası ekşimiş
Vakti geçmiş tüm hamurlar gibi
Kabarmak yerine kaskatı kesilmiştim
Heybe yarı dolu
Hangi yarısı boş?
Ne varsa eteğimde dökmüştüm
Ve yine bir arkadaşım meşhur olmuştu
Havasından geçilse bile
Yine de varılamıyordur bir yere
Belki de daha çok uyumalıydım
Ya da daha çok alabilmeyi becerebilmeliydim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)