Bu Blogda Ara

12 Ağustos 2016 Cuma

Haybeden Gerçeküstü

Bir zaman makinesine binip gitmek istiyorum dedi. Beceremediğim şeyler listesine eklensin; gitmek isteyeni durduramıyorum. Hem de hangi yöne ya da zamana gitmek isterse istesin. Gitmek güçlü dürtüdür çünkü, dinlemek zorunda kalırsın, kaçamazsın. Çok ısrar edilsin istersin ikna olmak için ama sonra ikna edildin diye kızarsın, hiç olmadı ikna oldun diye. En iyisi gitmektir böyle durumlarda. Geride kalanla sende olan hesap ya bitmiştir ya da artık üstü kalsındır. Kimsenin daha fazla bir şey hatırlatması gereken bir yerde değilsindir. Ama zaman enteresan kavramdır. Zaman benim tekelimde olan garip bir üründür. Makinesi dahil her türlü alet edevatından lisans parası kazanıyorum. Babamdan kalan dede yadigarı metronom ve köstekli saat durmadan çalışıyor ve bazı dedelerin çok tuhaf nesneler bırakmak huyları hiç değişmiyor. İkisi de evrenin oluşumdan beri, hem akışı hem de onun pezevengi zamanı üretiyorlar. Besbelli büyük büyük büyük dedelerim gök bilimi ile iş olmasa da hobi mahiyetinde ilgilenmişler. Zamanı bulmak, akışı yaratmak kadar zor. Yani enstrümanı bulup ona kılıf, güfteyi bulup ona beste, bebeği bulup üstüne zıbın dikmek gibi. Bu biçtikleri yenilikçi ve radikal don onları hangi eski zaman işkenceleri ile arkadaş etti bilmek zor. Çünkü tarih işkencecileri işkence görenlerden çok anlatan bir medya. İşkence ise yenilikçi, yaratıcı ve doğal olarak hep güncel bir müessese. Çok az şey kendini bin yıllar boyunca sürekli ve heyecanla yenileyip ileriye taşır. Bir yönü ile taltif ettiğim bir olgu işkence ve hemen peşinden de ne yapmayı tasarlıyor olursan ol, hem besini hem değişkeni insanların içinden olsun diye aklımdan geçirdiğim. Çünkü insan hem en karanlık hem en aydınlık şey. Sıklıkla her ikisi birden. Öğrenen, evrilen, hatta topluca ilerleyen bir varlık insan. Dolayısıyla hem cennet hem cehennem olarak devam ettikçe hayatına, işkenceyi de yaşatıyor. Beceremediğim şeyler listesine şerh düşüyorum. Bu liste böyle büyür gider diye düşünüyorum. Ne diyorduk? Evet bizim büyükler; illimunati yöntemlerle izlerini kaybettirmiş olacaklar ki dedem dediğim adama kadar bu iki dahiyane sırrı ve çok dünyevi götlerini güvenle taşımış, hatta abartıp son iki nesli eceli ile ölecek kadar iyi gizleyebilmişler. Oturma odasındaki tanrı kadar yaşlı büfenin içinde çalışan bu iki gizem, saatleri ayarlama enstitüsünde kendilerini üstün zekalı zanneden insanlardan, t ye kafasına göre değer verip sorun çözdüğünü sanan sözüm ona akıllılara kadar herkesi başarıyla kandırıyordu.  Bense zaman zengini paşa gönlümle saate bakıyordum. Faiz hesabından çok anlamam çünkü zaman eskidikçe değeri artan bişey. Son beş dakikadır susuyorduk. Önümüze, önümüz derken gövdemizin önündeki yere, yerdeki halıya, halıdaki acem desenine, desenin köşesindeki ilmek hatasına, hatanın oluştuğu anda halı dokuyan kadına çocuğunun yaptığı densiz şakaya, çocuğun kendisine, gençliğine ve ihtiyarlığına, talihsiz ölümüne bakıyorduk. Konu uzundu. Vaktimiz vardı. Usul bir ses duyuldu. Bu türlü anlarda sıklıkla olan bir şeydir bu ses duyulması. İnsanın mutlak sessizlikle baş edememesinin bir ürünü olarak türer ve genellikle sessizliğe sebep olan şeyden oldukça alakasızdır. "Getafe maçına üst oynayacaktık." dedi ses. Nasıl oluyorsa beyinde daha alt katmanlarda açık unutulmuş bazı programcıklar sizin yanıt beklediğiniz daha önemli anlarda bir anda tüm sistemi ele geçiriyor. Bu sesi o da duydu mu acaba diye dönüp yüzüne baktım. Acem çocuğa üzülüyordu. Ya da anlayamayacağımı düşündüğü bu ayrılık için aynı duyguda kalmayı deniyordu. Saygıdan. En azından benzer önemler atfediyoruz diye hissedebilirdim. Bu neyi kolaylaştıracaksa! Gerçi yine de bu sessiz anlaşmalar iyidir, çünkü eminim şu an ki sessizliği, halıya bakarken kafasında yankılanan "Şimdi ayaklara bakınca gördüm, pedikürü üç haftadır erteliyorum." sesine tercih ederim. Dedelerin garip eşyalar bırakması gibi babaların da garip hayat dersleri, nasihatleri vardır. Benimki ; 'Bu hayatta üç şeyi bekletme oğlum, ölüyü, gideni ve aidat ödemelerini' Ne yüce bir nasihat! Aidat kafam kadar olmuş, kapıcıya çöp vermeye çıkamıyorum kapının önüne. Yine de babamın cenazesini aynı gün defnetmiştik. 1/3 kötü oran değil. Ne kadar üç sevdiğinle alakalı. Anlamadığım konulardan biri, adam zamanın üreticisi, babamdan bahsediyorum. Senin tarih dediğin adamın eski rekoltesi, periyodunu saydığın, kavuşmak için geri saydığın, yıllarca hatırlayıp kutladığın, şudur budur diye elli yeri etiketlediğin şeyin üreticisi adam, yine de öldü arkadaş. Çalışan şey yoruluyor, prensip bu, hangi düzlemde olduğunun önemi yok. Neyse kafasını kaldırdı. Git dememi mi bekliyordu, hiç bilemeyeceğim. Sormayacağım da. Sormak istediğimi dahi anlamış olmayacak belki. Çok konuşmamış dolayısıyla susamıştık. 'Bi bira içer misin?' diye sordum. 'Bibi ra ne demek?' diye soruya soruyla karşılık verdi. Anlaşamadığımız aşikârdı. 'Ben kalkayım o zaman' dedi. Kalk demedim. Demem gerekmiyordu. Eğer gerekmiyorsa bişey demiyordum.