Bir zaman makinesine binip gitmek istiyorum dedi.
Beceremediğim şeyler listesine eklensin; gitmek isteyeni durduramıyorum. Hem de
hangi yöne ya da zamana gitmek isterse istesin. Gitmek güçlü dürtüdür çünkü,
dinlemek zorunda kalırsın, kaçamazsın. Çok ısrar edilsin istersin ikna olmak
için ama sonra ikna edildin diye kızarsın, hiç olmadı ikna oldun diye. En iyisi
gitmektir böyle durumlarda. Geride kalanla sende olan hesap ya bitmiştir ya da artık üstü kalsındır. Kimsenin daha fazla bir şey hatırlatması gereken bir yerde değilsindir. Ama zaman enteresan kavramdır. Zaman benim tekelimde olan garip
bir üründür. Makinesi dahil her türlü alet edevatından lisans parası
kazanıyorum. Babamdan kalan dede yadigarı metronom ve köstekli saat durmadan
çalışıyor ve bazı dedelerin çok tuhaf nesneler bırakmak huyları hiç değişmiyor.
İkisi de evrenin oluşumdan beri, hem akışı hem de onun pezevengi zamanı
üretiyorlar. Besbelli büyük büyük büyük dedelerim gök bilimi ile iş olmasa da
hobi mahiyetinde ilgilenmişler. Zamanı bulmak, akışı yaratmak kadar zor. Yani
enstrümanı bulup ona kılıf, güfteyi bulup ona beste, bebeği bulup üstüne zıbın
dikmek gibi. Bu biçtikleri yenilikçi ve radikal don onları hangi eski zaman
işkenceleri ile arkadaş etti bilmek zor. Çünkü tarih işkencecileri işkence
görenlerden çok anlatan bir medya. İşkence ise yenilikçi, yaratıcı ve doğal
olarak hep güncel bir müessese. Çok az şey kendini bin yıllar boyunca sürekli
ve heyecanla yenileyip ileriye taşır. Bir yönü ile taltif ettiğim bir olgu
işkence ve hemen peşinden de ne yapmayı tasarlıyor olursan ol, hem besini hem
değişkeni insanların içinden olsun diye aklımdan geçirdiğim. Çünkü insan hem en
karanlık hem en aydınlık şey. Sıklıkla her ikisi birden. Öğrenen, evrilen,
hatta topluca ilerleyen bir varlık insan. Dolayısıyla hem cennet hem cehennem
olarak devam ettikçe hayatına, işkenceyi de yaşatıyor. Beceremediğim şeyler
listesine şerh düşüyorum. Bu liste böyle büyür gider diye düşünüyorum. Ne diyorduk?
Evet bizim büyükler; illimunati yöntemlerle izlerini kaybettirmiş olacaklar ki
dedem dediğim adama kadar bu iki dahiyane sırrı ve çok dünyevi götlerini
güvenle taşımış, hatta abartıp son iki nesli eceli ile ölecek kadar iyi
gizleyebilmişler. Oturma odasındaki tanrı kadar yaşlı büfenin içinde çalışan bu
iki gizem, saatleri ayarlama enstitüsünde kendilerini üstün zekalı zanneden
insanlardan, t ye kafasına göre değer verip sorun çözdüğünü sanan sözüm ona
akıllılara kadar herkesi başarıyla kandırıyordu. Bense zaman zengini paşa gönlümle saate
bakıyordum. Faiz hesabından çok anlamam çünkü zaman eskidikçe değeri artan
bişey. Son beş dakikadır susuyorduk. Önümüze, önümüz derken gövdemizin önündeki
yere, yerdeki halıya, halıdaki acem desenine, desenin köşesindeki ilmek
hatasına, hatanın oluştuğu anda halı dokuyan kadına çocuğunun yaptığı densiz
şakaya, çocuğun kendisine, gençliğine ve ihtiyarlığına, talihsiz ölümüne
bakıyorduk. Konu uzundu. Vaktimiz vardı. Usul bir ses duyuldu. Bu türlü anlarda
sıklıkla olan bir şeydir bu ses duyulması. İnsanın mutlak sessizlikle baş edememesinin
bir ürünü olarak türer ve genellikle sessizliğe sebep olan şeyden oldukça
alakasızdır. "Getafe maçına üst oynayacaktık." dedi ses. Nasıl
oluyorsa beyinde daha alt katmanlarda açık unutulmuş bazı programcıklar sizin
yanıt beklediğiniz daha önemli anlarda bir anda tüm sistemi ele geçiriyor. Bu
sesi o da duydu mu acaba diye dönüp yüzüne baktım. Acem çocuğa üzülüyordu. Ya
da anlayamayacağımı düşündüğü bu ayrılık için aynı duyguda kalmayı deniyordu.
Saygıdan. En azından benzer önemler atfediyoruz diye hissedebilirdim. Bu neyi
kolaylaştıracaksa! Gerçi yine de bu sessiz anlaşmalar iyidir, çünkü eminim şu
an ki sessizliği, halıya bakarken kafasında yankılanan "Şimdi ayaklara
bakınca gördüm, pedikürü üç haftadır erteliyorum." sesine tercih ederim. Dedelerin
garip eşyalar bırakması gibi babaların da garip hayat dersleri, nasihatleri
vardır. Benimki ; 'Bu hayatta üç şeyi bekletme oğlum, ölüyü, gideni ve aidat
ödemelerini' Ne yüce bir nasihat! Aidat kafam kadar olmuş, kapıcıya çöp vermeye
çıkamıyorum kapının önüne. Yine de babamın cenazesini aynı gün defnetmiştik.
1/3 kötü oran değil. Ne kadar üç sevdiğinle alakalı. Anlamadığım konulardan
biri, adam zamanın üreticisi, babamdan bahsediyorum. Senin tarih dediğin adamın
eski rekoltesi, periyodunu saydığın, kavuşmak için geri saydığın, yıllarca
hatırlayıp kutladığın, şudur budur diye elli yeri etiketlediğin şeyin üreticisi
adam, yine de öldü arkadaş. Çalışan şey yoruluyor, prensip bu, hangi düzlemde
olduğunun önemi yok. Neyse kafasını kaldırdı. Git dememi mi bekliyordu, hiç
bilemeyeceğim. Sormayacağım da. Sormak istediğimi dahi anlamış olmayacak belki.
Çok konuşmamış dolayısıyla susamıştık. 'Bi bira içer misin?' diye sordum. 'Bibi
ra ne demek?' diye soruya soruyla karşılık verdi. Anlaşamadığımız aşikârdı. 'Ben
kalkayım o zaman' dedi. Kalk demedim. Demem gerekmiyordu. Eğer gerekmiyorsa bişey
demiyordum.