Bu Blogda Ara

23 Haziran 2009 Salı

Helico's Best Of CD I

Madem ki dedik olsun bu dijital günlüğümüz, dökülsün saçılsın içimiz siyah eteklerine çekinmeden kimseden, öyle gelsin ki günlük bazen günlük gülistanlık olsun heryer...

Başımıza kaç bin bela geliri hesaplamadan, giriştik bakalım bu işe ya sonumuz hayrola....

Label: HELICO'S BEST OF CD I
Genre: Easy Listening,Chillout,Newage,Jazz
Producer: Helico's Father

Songs:
1. Ibizzare - Las Brisas
2. Light Of Aidan feat. Note For A Child - Loving You
3. Paco De Lucia - Entre Dos Aguas
4. Lemon Jelly - A Tune For Jack
5. Soundchillaz - Alright
6. Dual Sessions - Fly Me To The Moon(Dark Side Mix)
7. Juan Serrano - Entre Olas
8. Jose Padilla - Adios Ayer (Original_Mix)
9. Sabres Of Paradise - Smokebelch II Beatless Mix
10.Gaelle - Give It Back
11.Brasstronaut - Fan
12.Madonna - Frozen (Bands Forgotten Mix)
13.Mark Elliott - The Transition
14.Juan Serrano - Gorrion
15.Omar - Whispers in the Moonlight
16.Aly Bain & Phil Cunningham - A Bright Star In Cepheus
17.No.On - Morning (Zen Edit)
18.Animat - Hummingbird Highway

Link : http://rapidshare.com/files/247732753/Helico_s_Best_Of_CD_I.rar

Zihin Filtresi

Geçenlerde uzunca aradığım "kurutma makinesi filtresi" ni ararken, onunla beraber uzunca bakındığım "zihin filtresi" ni henüz kimsenin üretememiş olmasına şaşırıyorum. Bulunan kurutma makinesi filtresinden sonra inatla aranmasa da, daha önce kahve filtresi arandığı ya da hava filtresi arandığı dönemde hatırı sayılır seviyede aranmışlığı vardır.
Filtre enteresan bir buluş olmasa da, vazifesi itibari ile çokça gereksinilen bir somuttur.
Bilindiği üzere filtre, başka bir amaç için kullanılan ana bileşiğin özünün saflaştırılması için kullanılan, bu görevi yerine getirirken vazifesine göre değişik gözenekleri tıkanarak iş yapmaz hale gelen, işbu halde faydasından çok zarar veren bir yalıtkana dönüşen ve özenle değiştirilmesi gereken bir somuttur.

Çok zaman oldu, zihnimin filtresini değiştirmeyeli.... İşlemcisine bereket zihnimde, ortalama hızdaki bir bilgisayardan oldukça fazla işlem yapılmakta birim zamanda... Hal böyleylen, filtreyi aşıp, iyi ya da kötü, anı ya da tecrübe olarak kayıt görmemiş bir sürü kalıntı zorlamakta filtrenin gözeneklerini, daha az fikir akışı olmakta filtrenin içinden, daha az işlem yapabilmekte işlemci, yavaşlamakta süreç, alıcılar kapanmakta, refleksler kaybolmakta, filtre geçimsiz düşünceler, önyargılar yüzünden hayatın kapsamlıca bir kısmı kaçmakta.

Hiç olmazsa bir "lavabo-aç" ı icad edilemez mi bu filtrenin...
Ya da çamaşır suyuna mı yatırsak zihin kabuğunu geceden, sabaha lekesiz...

18 Haziran 2009 Perşembe

Sudan Sebep

Havada çok uzun süredir takip ettiğim yağmur damlası denize düştü. Denize düşer düşmez de öldü . Deniz bu duruma sinirlendi , köpürdü , kabardı , koştu koştu gitti ada vapuruna vurdu . Vapurdakiler biraz sallandı , biri elinden kahvesini üzerine düşürdü , kaptana kızdı . Kaptan gemiye kızdı. Gemi alındı , döndü denize kızdı. Hırsla çevirdi pervanelerini deniz paramparça oldu. Canı acıdı denizin , toplayıp bütün öfkesini gitti kıyıya vurdu . O yağmur damlasının ölüsü kayaya çarpıp havalandı , bir balıkçının yüzüne çarptı. Balıkçı havaya küfretti . Hava çok kızdı bu duruma , deli gibi yağmaya başladı . Yağmur damlaları süratle düştü denize , düştükçe öldüler . Ağlamaya başladı yağmur damlaları. Önümde oturan çocuk , “İstanbul ağlamaya başladı” dedi. Balıkçının yüzündeki ölü yağmur damlası , kayıp balıkçının çenesinden yere düştü. Oradan geçen bir çocuk üstüne bastı yağmur damlasının . Onun botunun altına yapıştı öle bedeni . Bir süre sonra çocuk koşmaya başladı . Ölü yağmur damlası çocuğun sırtına sıçradı . Babası çok kızdı çocuğa , bağırdı .Çocuk üzüldü , su damlasına kızdı. Su damlası duymadı , ölüydü. Çocuk ve babası gittiler. Yağmur damlası çocuğun sırtında kurudu ,diğer bütün damlalar gibi. Gökyüzüne çıktılar hep beraber , hayat bulma sırasına girdiler. Kim bilir kaç damla sonra sıra geldi bizim yağmur damlasına . Bir sonraki sefere Kazakistan’a yağdı o yağmur damlası . Ben hiç farkında olmadan sesli sordum .

-Acaba yağmur damlaları reenkarnasyona inanıyor mu? diye…

Garson anlamsız bir bakış attı yan masadan geçerken .Önümdeki çocuk arkasını döndü , bana baktı. Çok sudan bir sebeple gelmiş bulunuyoruz bu dünyaya diye düşündüm. Düşüncem düştü beynimden , öldü .



Fatih Çırpan
14.Mart.2005

Uzakdoğu

Uzakdoğu yolculuğundayım.Henüz uzakdoğuda değilim, az biraz batısındayım. Kaptan pilot yaklaşık 10 saattir direksiyon sallıyor. Uçak ve benzeri yolculukların hiçbirinde uyuyamama sorunum tavan yapmış durumda. Müzik çaların şarjı bitti ki bu normal böyle bir yolculuğa aküyle çıkmak gerekirdi. Nedense şimdi akıllıca gelen bu fikri kimse beğenmemişti :). Notlarıma ekliyorum “ dönüşte akü alınacak, 65 amper” Bölüm bölüm yerleştirilmiş ekranlarda oldum olası sevmediğim tür bir komedi filmi oynuyor. Birkaç tip var ayakta benim gibi onlarda çok Uzakdoğulu tipler, bir Hindistanlıya kardeşim diyebilirim o kadar. Gece bindik uçağa, bir iki saat uçtuk gün oldu gece, şimdi yine gece herhalde bilemiyorum. Hostesler de uykudalar, nöbetleşe değişerek arada bir geziniyorlar. Ben hepsiyle özellikle göz göze geliyorum. “ Yardımcı olabilir miyim?” sorusuna ise “Kaptana söyle bu kadar saat uyumadan direksiyon sallamasın, bir iki hava boşluğunda kestirsin” gibilerinden bir uykusuzluk sendromunun tam ortasında olduğuma dair cümleler kuruyorum. “Anlamadım efendim?” uykulu sorusuna “Uçakta bomba var galiba, şu ışıkları yakında bir arayalım” konsantre saçmalığını kusarak uyanmasını sağlıyorum arkadaşın. Yolcu olarak ben uyumuyorum, onların uyuması çok enayice. “Hadi arkadaşlar oturmaya mı geldik ?”
İniyorum uçaktan sonunda, hoş bulduk lan Hong Kong!. Ayaklar 49 numara olmuş durumda. Hemen otele atmalıyım kendimi ve bir duş alıp bir şeyler yemeliyim. Anlaşılmaz bir şey daha işte! Türk Hava Yolları ile seyahat ettik ama yemekler acayip Çin işiydi. Neymiş efendim , Çin’li yolcu Türk den fazlaymış. Olsun banane, hem sen Çin Hava Yolları değilsin ki kardeşim, sen bizim lalemizsin. Gökyüzünün lalesi kime diyorum.  Hava alanını terk eder etmez, hatta etmeden, henüz çıkış kapısının kapsama alanına girdiğinde , gün gören görmeyen bütün deliklerinden ter çıkıyor insanın. Yazıldık taksi sırasına bekliyoruz. Sırada sigara yiyen tek kişi benim. Bir kişi daha var ama o bayağı içiyor. Sıramız sigarayı sindirmek üzereyken geliyor, atlıyoruz taksiye “Allah senden razı olsun Carrier”.

- Royal Plaza Hotel please.
- Hın zjın kun?
- Hassiktir!
- Nla shın kun?
- Prince Edward Road canım, Kowloon
- Ooo Kowloon?
- Yes, Mongkok Kowloon
- Oooo Oooo Mongkok?
- Yes dedik ya olm.
Gülümsüyorum suratına herifin

Hafif olaylı başlıyor Hong Kong seferimiz. İngilizce bilmemesine rağmen pratik zekası kuvvetli çıkıyor allahtan taksicinin.

- Carrier’ı bildinmi?- …………
- Alarko amcamın teyzeoğlu olur kendisi.
- Hgan zun shaga
- Hakan değil olm, hadi hadi önüne bak.
- Şfituga bıngua masfi

Allah bilir giydiriyordur bu taksici bize, olsun zaten anlamıyoruz üstüne üstlük deplasmandayız çok fena. İlk izlenimim çok saygı uyandırmıyor bu İngilizleşen Çinlilere ve bu İstanbul kadar ülkelerine. Fazla kalmayacağıma seviniyorum , zaten girişte göçmen bürosunun kayıt kağıtlarını da doldurduk. Biz istesek de çıkartmaları olası. Aniden

- Hey hey , this building sir. Follow that road please.
- Şiyu şaligzhou
- No, no no no . Not this road that roaaaaad!
- Oooooşiii
- Oşi tabi gevşek taksici, stop here please i’ll go by walk

Zor da olsa inebiliyorum otelime yakın bir yerlerde, yürüyüşe geçiyorum elimde benden uykusuz bavulum. Dayan lan bavul ha geldik ha gelicez. Saat sabah 08:45 burada , İstanbul’da 02:45. Telaşe var heryerde, fena bir trafik sorunu olduğunu keşfetmek 30 saniye kadar sürüyor.Her yer araba, hayır hayır her yer insan! Hangisi daha çok karışıyor. Benim gibi turist yok yalnız o kesin. Yaklaşık 15 dakikalık bir yürüyüş sonunda varıyorum otelin kapısına ve dayanıyorum resepsiyona.

- Good morning.
- Good morning sir, how can i help you.

Alnından öpesim geliyor resepsiyonist kızı.

- I’m here for stay, that’s my passport and voucher.
- Okey sir , take some rest please, i’ll be there in 5 minutes
- Thanks.

Voucher’a gömülüyor küçük kafası kızın. Komisel Çingiliz çocuğa bir şeyler söylüyor. Çocuk benim bavulu alıp kayboluyor ortalıktan. Hatun geliyor devrisinde, Siyonist resep siyonistim benim.

- There you go Mr. Çırpan, your room number is 1654. Wellcome again!
- It’s very kind of you kız.

Sonunda atıyorum kendimi odaya ve de sıcak suyun altına. Beklediğimden daha iyi geliyor duş. Bavulun en üstüne koyduğum pijamalara bürünüyorum hemen. Şimdi kahvaltıya inerek ve böyle yorucu ve sinir oynatıcı bir başlangıcın ardından, sinir krizi bir menü sıkıntısı çok eziyet verici geliyor.Açıyorum minibar ı , bir adet soguk sandviç ve bir adet kendini su sanan sodayla geçiştiriyorum kahvaltıyı, uykuya dikey geçiş yapıyorum. Az biraz televizyon bakıyorum. Sadece resimler, hareketli mecmua. Bi bok anlaşılmıyor hiçbir kanaldan. Uyku öncesi sigaramı yakıyorum. İşte şimdi biraz huzur hissediyorum. Bu huzur henüz bünyedeki ilk turunu doldurmadan telefon çalmaya başlıyor. Allah Allah, ısrar ediyor telefon. Göçmenb bürosundan arama olasılıkları ne acaba? Neredeyse kesinlikle yanlış olduğundan emin olarak kaldırıyorum ahizeyi ve Avrupalı hariç herkese küfür etme kararı alıyorum.

- Hello?
- Oooo Hello sir. I’m cathrine from reservation. Our staff warned me about your safety.
- Safety? What happened am i lost?
- No, sir. We determined that the fog level is above standarts, is everthing ok sir?
- What fog? Ne diyo lan bu hatun.
- Ohhh Oooh, you mean yeaah, i’m smoking right now.
- Ooooşi , but you didn’t note that you want to stay in a smoking room sir?
- Do you want me to change the room sir

Elimde kalıcak karı.

- No cathrine from reservation.
- But
- Üsteleme karı, söndürüyorum sigarayı. Ok cathrine ok, everything fine, i’ll changethe room tomorrow.
- Ok thank you sir. Sorry for inconvinience sir
- Uzatma cathrine

Kapatıyorum telefonu sinirle, kızda suç yok hep İngilizlerin ibneliği. Uyu olm fatih, uyu. Hayırlı olsun Uzakdoğu seyahatin.

Fatih ÇIRPAN 26.Mayıs.2006

Arka - Daş

Kilit kırıldı bi kere....


Arka-daş , olsa olsa arkalarımız aynı olabilir. Yüzyıllardır abartılmış bir kavram arkadaşlık. Özünde bencil olduğumuz gerçeğinin en kat-i örneklemesi olmasına rağmen yanlış algılanan, yanlış yorumlanan bir kavram. İdeal bir arkadaşlığın süresi ne olmalı ? Birliktelikler ve birlikte geçirilen zamanlar açısından bakarsak, birlikte vakit geçirmeyi istemesek de birlikte olduklarımıza aile ya da eş, onlar dururken vakit geçirmek isteyip kayırdıklarımıza sevgili, bütün bunların arasında zaman zaman vakit geçirdiklerimize ise arkadaş deniyor. Ve bu bakıştan arkadaş, biraz sosyalleşmenin iyi geleceği durumlarda kendisine rağmen seçeceğimiz birileri olmadığında onlarla olduğumuz şeyler olarak adlandırılabilir. Canlı arkadaş seçmek mesela, aksine göre çok ama çok daha zor bir mücadeleye dönüşebilir. Hareket noktamız bencilliğimiz olduğuna göre arkadaş, bazen biraz anlatmaya bazen biraz dinlemeye bazen ise sadece yanımızda olduğuna inanmak istediğimiz herhangi bir şey oluyor. Süslemesi son derece basit bir genel yalan arkadaşlık ve onun için yapılan fedakarlıklar. İnsanlar değişir, başkalaşır. Sadece o soğuk havalarda ve burnumuzdan sümükler yere şapır şapır damlarken aynı okul kantini sırasında simit almayı bekledik diye birinin o soğuk günden 26 yıl sonraki hayal kırıklıklarını dinlemek ne kadar mantıklı ? Pek mantıklı olmasa da bencilce açıklamaları olabilir. Mesela o şapır sümük ve ezik günden çok değişmiş olabiliriz, sümüklerimiz şapırdamıyor olabilir ve o ezik hallerimizin üstüne çok uğraşıp özgüveni tavanlarda tavırlarda biri haline dönüşmüş olabiliriz. O soğuk günde hayalini birlikte kurduğumuz bir şeyi gerçekleştirmiş olabiliriz, ve o kişinin de bunu bilmesini isteriz. Karşılığında vefalı arkadaş sıfatı da hak etmiş oluruz ki bu da durup dururken bir ekstra güzel sıfat olur. Ya da o soğuk günden bu günlere, kötü hissettiğimizde kendimizi iyi hissettirecek derecede bize zaafı olan , ya da sosyal zaafları olan o simit sırası arkadaşını bırakmayız. Zaten onun bir arkadaşa ihtiyacı olacaktır, yine aynı durumda vefalı arkadaş olarak anılırız. Her iki durumda da adına arkadaşlık dediğimiz şey ikinci plandadır hatta belki yoktur, ama bunun bir adı olması gerektiğinden oradadır. Alış-veriş karşılığına tekabül eden bu paylaşım ve kavram insanların kendi yalnızlıkları ve bencilliklerini kabul etmek istememeleri üzerine neredeyse bütün insanlık tarihi boyunca geçerliliğini korumaya devam etmiştir. Her insan kendi yolculuğunda değişik duraklara ve hem duraklamalar hem de yolculuk sırasında ise değişik insanlara tanık olur. Bazıları , kendi yalnızlığı ve egosunu tanıyabilenler, diğerlerine göre daha cesur olur ve bu yolculukta farklı kişileri tanıma fırsatı olur. Öyle ki hayatımızın , ki burada hayat zevklerimiz, düşüncelerimiz, bunların hareketlerimize olan yansımaları olarak özetlenebilir, haritasını çizebilsek neredeyse hemen her ayrı başkalaşımımız için o başkalaşıma uygun farklı insanlar düştüğünü görürüz. Bütün bu süreçte kimi güvenlik endişeleri ile yolculuğumuza bizim ile devam eden insanlar olabilir işte onlar artık bir süre sonra, her önümüze gelen arkadaş olduğundan dostumuz olurlar. Belki de abartıldığını düşündüğümüz arkadaşlık kavramının bunu yeterli bulmayıp kendi içinde abartılı durumları isimlendirmesi ihtiyacı sonrası türemiş kavram. Kısaca toparlamak gerekirse, insanı yöneten şey kendi istekleri ve beklentileridir. Değişim kaçınılmaz olduğundan, iki farklı insanın benzer istek ve beklentileri olması zor bir ihtimalken, zamanla bu iki kişinin zamanlama olarak da aynı değişimleri geçirip, bütün tecrübelerden benzer sonuçlar çıkartarak başta ortak oldukları istek ve beklentilere sahip olması neredeyse imkansızdır. Bütün bunlarla birlikte insan sosyal bir varlıktır ve iletişime geçme gibi bir ihtiyacı vardır. Herkes ve arkadaş adındaki her şey bir isteğimize bir beklentimize bir bencilliğimize karşılık gelmektedir ve hepsi her an değişebilir. Durum bu iken en mantıklı çıkarım bir arkadaşlığın en ideal süresinin ayrık olarak o belirli kişi ya da varlık ile her bir iletişimin süresinden daha fazla olmadığıdır.

2008

Nedense Sol Seven Sağcı Kamyoncular

Her sene olduğu gibi baharın, ve nihayet yazın gelmesi ile, bütün kış hayallenen yaz rüyası ve yaz rüyası anateması "anamgilin" yazlığına taşınma faslı başladı. Neresinden bakılsa "kim kime bu eziyeti yapar" a çengel bulmacalanmış bu süreç, bu sene evrenin ona ihtiyacı olduğundan henüz habersiz "the one" adam Sarp'ın varlığı ile karmaşanın en üst seviyesinde vuku buldu.
Sıkıysa taşınma "anamgilin" yazlığa, sıkıysa hergün iş gidiş-dönüşü gördüğün o "alevtopları" (burada alevtopu adının ne olduğunu bilmediğim, hayır, bilmek için de pek çabalamadığım ve fakat son derece farkında olduğum yaz habercisi bir tür sanırım yabani çiçek türünü temsil eder. daha detaylı bilgi için bkz. istanbul otobanı kenarları, kenar tepeleri, kenar oyukları, köprü dipleri...) sayesinde anlamsız sırıtayazan surat ifadeni hiçe say. Mümkün değil elbet böyle bir anlamsız direnişi sahiplenmek. Başlıyor bir koşuşturma, yazlık temizlenecek, önce "anamgil" taşınacak bir nev-i öncü birlik gibi, sonrasında denemeler yapılacak bir-iki haftasonu, en sonunda biz(bu sene 3'üz) bütün evi 2 hatırı sayılır bavula paketlemeye çalışıp varacağız anatemaya ve neden sonra çıkıp verandaya oradan da bahçeye çekeceğiz bir "oh" da diyeceğiz, "yaz geldi yine be, mis gibi yazlık ".

Hikaye ana hatlarda bu şekilde ilerlese de, hem gündelik hayatında hem özel durumlarda (istanbul) trafik mağduru bir kimse olduğumdan, karayolsal açıdan irdelenecek bazı ayrıntılar da hikayenin yan öğeleri sayılabilirler. Her ne oldu ise oldu ve kaçınılmaz olarak "anamgilin" yazlığa yerleşildi. Yazlık konum olarak ofise 80 km'cik kadar uzak ve bu aynı zamanda balkan ülkeleri ile şehr-i stanbul 'un arasında kalan bölümü güvenli ve hızlı alabilsin diye cemi cümlemiz, otobanvari bir yol inşa etmiş pek sevgili "tonton" umuz. Yazlık iyi, güzel ama işe gidilmesi de bir o kadar zorunlu, hatta mücbir, bu durumda her gün "oh ulan yaz geldi" bize 160küsür kilometreye mal olmakta ve malesef bu yolculuğu Avrupa - Türkiye arası mekik dokuyan yüzlerce nakliye firmasının bilumum filolarının fink attığı aynı yol üzerinden gerçekleştirmekteyiz.

Yazlık "bir an önce varalım" kıvam, bu yüzden bizden çok daha ağır seyreden, seyretmesi beklenen, seyretmesi de gereken taşıma araçlarını yere göre 120-130 onlara göre 70-80 km/saat hızla deliler gibi sollayarak, yolun bize uygun çıkışına ve yazlığa koşaradım varmak gerekmekte.

Hiç kamyon ya da uzun yol şoförlüğü yapmadığım için bilemiyorum fakat kimi şehirlerarası duraklamalarda şahit olduğum, oldukça tutuculuk, yer yer gericilik, düpedüz cahillik gibi bir takım örneklemelerden yola çıkarak, o as(a)masada kendi sloganını çok fena sağcı bu güruh, iş yola geldi mi değme solcu dan daha solcu kesiliyor.

"Yolda siyaset mi olur abijim" bitirimliğindeki bu "abimgil", o şerit senin, bu şerit dayıoğlunun düsturunda o yolu, ve yolculuğu çevresindeki herkese zehir etme misyonunu elit bir şekilde başarıyorlar. Allahın her günü, hem de günde iki kere, "oh be yaz geldi" diyebilmek için çekilen bu eziyet ve direksiyonunun başında oturmuş, insandan çok bu mevsim marmarayı basan dev denizanalarına benzeyen tiplerle yanyana bulunmak, gıcıklaşmak, onlarlaşmak gibi bedeller ödemek zorunda kalmak...

İşçi partisinden genel başkanlığa adaylığını koyduğu gün "abimgil" den birileri, işte o gün bırakıcam galiba bu "anamgilin" yazlığa gitmeleri.....

11 Haziran 2009 Perşembe

Retro ya da sayılmış gün

İlk kayıtta söylemeye çalıştığım gibi, asma kilitsiz günlük sayılacak gün ile sayılmış günün keyfe keder organa göre düzensiz sıralanması denebilir.
Kilit kırıldı mı bikere, gerisi kendiliğinden gelir.

Tarih imzasından anlaşıldığı üzere kafanın "üstün" karışık olduğu dönemler, sıkıntı yalıtkan botlar kuşanılmış olsa da sıkıntı hissedilmekte, bugün okununca hem anlatım hem yazım dili "küçük" gelse de...

İşte Başlıyor


İşte başlıyor. Her zamanki gibi inişli çıkışlı bir hikaye bu anlatacağım , kahraman bizlerden biri . geçmişine her zaman saygılı olamayan bir yanı var insanların isyan eder gibi sanki yaşadıklarına , bilmiyorum belki böyle bir silah var sürekli kullanılan , hep güzel şeyleri hatırlamak gibi bir zaafımız var . artık kimlerle yaşamıyoruz , kimlere susmuyoruz , yada nerden çıktı bu fotoğraflar ! durun yapmayın şimdi ağlamaya başlarım yoksa…..

Bizi bu yazıyı okurken düşünmeye zorlayan şey ne acaba , bunu bilemiyoruz . Her hor gördüğümüzle aynı tepkiyi verdiren şey ne acaba . Sonra bir gün hep birlikte oturup sohbet etmiştik , kim bilir şimdi nerelerdedirler , yada kimlerledirler …. Hep birlikte olmaya söz vermişlik gibi bir sorumluluk duygusu neden sarıyor durup dururken şimdi…

Ben çok iyi anlatamıyor olsam bile o beni çok iyi anlardı . en iyi dostumdu diyorum size anlamıyor musunuz ? kardeşten daha yakındık ( o dönem ) …. Dönem? Sonra 5. dönemde birbirimizden koptuk . artık çok konuşarak anlaşamıyorduk . çok üzülüyordum bu duruma … hangi anının kimin hafızasında daha canlı kaldığını bilmek imkansız , ve bilemiyorum insanlar bize hain dediğinde çok alınıyoruz , kendi kendimize itiraf edebilsek bile ….

Çok tuhaf şeyler hissediyorum . kötü bir şeyler olmasından korkuyorum . ne acılar paylaştım kendimle , cesur biriydim ben (o zamanlar) … kaç zaman sonra yüzleştiğimi hatırlamıyorum bile …. Hala bir yarım gibidir .. hislerime çok güvenirim ? bu konuda… kimi savunduğumu unuttuğum hiç olmadı ( o zamanlar )!

Onsuz olmaz , olmamalıdır ya da ! peki olmamasını sağlayabilir miyiz ? Olduğuna inanamıyorum . bunu yaşayacağımı hiç düşünmezdim . Bunu yaptığına inanamıyorum , geçen bunca zamanın ardından ... allahım inanamıyorum . bu kadar yalnız hissedebileceğimi hiç düşünmezdim varken …. Yokluğun en kötü tarafı sorularınıza cevap alamamaktır …..

Hava yeni karardı . rüzgar dallara çarpmıyor olmasa orada olduklarını bile bilemeyeceğim . sıcak bir akşam , ben sevmediklerim ve dinmek bilmeyen bir düşünmektir başlayan . her şeyi sorgulamadan , hiçbir noktayı bile atlamadan hayatımda , doldurdum her şeyi küçücük odama . ışıkta nasıl gözüktüklerini göremeyeceğime üzülüyorum . çıt bile çıkmıyor bu siyah kalabalıktan , ne yapacağımı bilemiyorum . küçük bir öksürük , bir damla su ve başlıyor işte . durup dururken ve hiç beklenmedik bir anda geliveriyorlar , onlarla yüzleşmekten kaçtığımızı biliyorlar …
Sakın korkmayın, başlıyor işte herkese iyi şanslar!
Fatih ÇIRPAN
2002 de bir zaman

8 Haziran 2009 Pazartesi

Sağnak Geçişleri

Adı günlük olsun diye (ki adı günlük) günlük tutmak da çok akıllıca gelmiyor, benim istediğim gibi günlükleyebilesiniz beni şeklinde düşünsel olarak gerile gerile insan bişicikler yazamaz oluyor.
Olsaydı ya bu benim beyaz çizgisiz kağıdım, ve bilseydi ki kaldırılacak diğer yüzlercesinin yanına belki daha sonra okunmak,evrilmek,çevrilmek, belki de kısa sonlu hayatını, üstüne bulaşan mürekkeple halli hamur olmak üzere reenkarne edecek, gerilmezdi kimsecikler ve nadiren de olsa hava durumu ile paralel "Sağnak Geçişleri" yaşanırken beyinde, kağıdın üzerinde olsa olsa şunlar olurdu...

...Kümülüsünü el-nino ladığımın yazı, her iki baharında ırzına itina ile geçerek ve en kestirmelerden gelip tüm papatya-pastırma ikilemimi bozdu.../...Yani diyorum ki bir yerlerde bir yanlış olmalı, sayıyorum, saydırıyorum, yine eksik yine noksan.../...Ondan sonra sanki kendisi değilmiş gibi kavgayı başlatan, kuruluverdi köşeye,topladı bacaklarını, duvara hapsetti gözlerini, durdu öylece.../...Bir de benim gibi umudu hayatına oyalayarak çeyizine kaldıranlar anlayabilirler sanırım bu parıltılı siyahı, ya da siyahi hissi...

4 Haziran 2009 Perşembe

Temizlik gereksinmeyen piko diş fırçaları

Kimin gazına geldiği belirsiz bu teknoloji çılgınlığının ve gamzesini sevdiğimin coğrafyasında kilometrekarelerce yer olmasına rağmen herşeyin nano olması zorunluluğunun içerisinde bir "temizlik gereksinmeyen piko diş fırçası" olmaması çok gururuma dokunuyor.

Yarı iletkenlerden günümüze, yirmibirinci yüzyıl şakası olarak süregelen bu süper iletkenler ve iyi ilettiğin kadar hızlı ol telaşesinin nerede son bulacağı ile ilgili umutsuz beklenti içindeyken, hala her gün "katlanabilir monitör yapıldı", "nano teknolojiyle çalışan yeni burun spreyleri büyük rahatlık" gibi haberleri de okumadan geçemiyorum. Fazla orta yaşlılık yapmamakla beraber beklentiyi bu doğrultuda tuttuğumuzda başa gelecek olan şeyin herkesin kendi mikro kosmosunu kurması olarak öngörüyorum.
Aslında herkes benle hemfikir, yapılan anket sonuçları yer/dil bağımsız en çok izlenen tv programlarının reality show lar ve belgeseller olduğunu gösteriyor.
(ref. http://www.cam.ac.uk/academic/polls/tvstudy.php)
Diğer taraftan topsumsal davranış biçimlerinin incelendiği başka bir araştırmada, kişiler gittikçe eski yöntemlerle sosyalleşmeye çalıştığı gibi bir sonuç ortaya çıkıyor.
(ref. http://www.vsu.edu/academics/casestudies/sociology/report.pdf)

Sonuçta aslan nasıl sallamadan HD kameraları, gebeş misal yatıp, acıkınca ham yapıyorsa önüne gelen süt danalarını, bizim de kendi doğamız gereği götü kaldırmamız gereken durumlar olmalı. Misal olsa ya aslanın av yakalama robotu, tak yakalasa getirse buzağıları yattığı yere... Aslan olmaktan çıkmaz mı o aslan, daha şovenist takılmaz mı kameralara karşı, kendi çiçek dağıtırken orman ahalisine, yine kendi karanlık eliyle yakalamaz mı önüne geleni...Siyasete bile atılır öyle aslan, savaşmaz kendi bölgesi için, seçimlere katılır. Elektronik oylamadan anlamadığı için diğer adaylar hile hurda götürür hadiseyi...Belki böyle başladı bizim ataların da hikayesi. Teknolojiyi iyi bir halt sanıp geliştikçe gerilediler aslında karakter olarak. Ve günün birinde ilk uyanan insan olarak sayın Demirel gelmedi mi başa ? Sanırım her şey ucuca ekleniyor şimdi...

Aynı noktadan hareketle nasıl artık istiyorsak arkadaşlarla pikniğe gidelim, iki rekat sohbet edelim, bir iki duble anason banyosu yapalım, aynı ihtiyaçtan. Amiga hatta Commodore ile başlayan ve artık bütün bir aylık çalışmamızın karşılığını rakamlar gibi görerek yönettiğimiz sanal bankacılığa kadar varan bu teknolojik helezon artık bir yerde gına getiriyor. Çok yalnızdı insan hatırla, bumerang yaptı oyuncak olsun kendi kendine oynasın diye, sonraları frizbi, sosyalleştikçe...

Bütün bunların üstüne yine de ben, misvak yerine "temizlik gereksinmeyen piko diş fırçaları" ile temizlemek isterim dişlerimi, netekim misvak bir süre sonra keçe oluyor, kopuyor ucundan diş arasına kaçıyor, huzur kaçıyor.


Dip Not: Artık bebeği olan bir vatan evladı olarak ben henüz tanıştığım ama bundan gayrı ayrılmak istemediğim "Otri Bebe" yi herkes bilsin tanısın istiyorum. Evinizde mutlaka bulundurunuz, bugüne kadar kullandığım nice burun spreyinin yapamadığını "emme-basma tulumba" mantığı ile ve yine partner marifeti ile başarabiliyor.

En Dip Not : Yazıla verilen saçma sapan referanslar elbette gerçek değildir.

helico-hk2009.blogspot.com

Her sene gidile gidile artık kanıksanan, 70 milletten insanı toplayıp kendi dergahımı kurma fikrimin anavatanı HongKong iş gezisi bu yıl yine yapıldı. Good-u-Bad Çingilizlerin laneti yine iş başındaydı, netekim seyahat süreleri içerisine sızan Swine Flu Outbreak denen (ülkeye döndükten sonra hastalığı küçümser tonlamayla domuz gribi) illet, "hayır hayır ölmek için çok erken" bünyede tamiratı zor hasar bıraktı.

Aşağıdaki pasaj, seyahat döneminde tutulan günlükten alıntıdır.

26.04.09 - Akşam (1of2 Umut Veren Hareketler Bunlar)
Fuar kurulumu akşamı olarak kayıtlara geçmesi beklenen gün akşamında, akşam yemeği planı yapılacak ve fakat yeni haberdar olduğumuz bu Swine-like Flu yüzünden daha fazlasını öğrenebilmek adına kendimizi haberlere adamış bulunuyoruz. Şimdiye kadar öğrenilenler ;

Aslında bu henüz salgın olduğu kesinlik kazanmayan grip virüsü, normalde domuzlarda görülen bir salgın virüsü olan swine virüsünün, A tipi bir virüs olan A1 H1N1 ve bildiğimiz insan grip virüsü ve Amerika ve Avrupa da görülen değişik tiplerdeki Avian virüslerinin kombinasyonu olan bir DNA tipine sahip olduğu...

G.tümüz atıyor şu anda çünkü haberlerde ;
-Meksika da ölen 81 kişinin 20 sinin bu virüsten olduğu kesinleştiği.
-İspanya da 2 kişinin aynı virüs şüphesi ile tedavi görmeyue başladığı.
-İsrail de 1 kişinin tedavi altına alındığı.
-Amerika da virüsün görülme alanının arttığı konuşuluyor.

Ve fakat gel dikiz ki sloganını sevdiğimin CNN International 'ı "az sonra" larıyla bizi "be the last one to know" yapmaya çalışmakta. Ana sunucu olduğunu sandığımız bayan Anne "Obama nın ilk 100 günü araştırması sonuçları son yılların en şaşırtıcı anket sonuçlarından birini ortaya koydu.Ondan sonra ne var biliyorsunuz Swine Flu ile ilgili herşey.... Az Sonra...." diyor.

Aslında bu CNN 'in haber her yerde konsepti dahilinde bağlansalar bana anlatıcam HK daki durumu;

-Anne : Evet şimdi news everywhere aracılığı ile HK dan Mr. Fatih Çırpan hattımızda... evet Fatih seni dinliyoruz... HK da durum nedir ?
-Anne : And now we have Mr. Fatih online with news everywhere campaign from HK to let us know about the situation over there...Yes Fatih over to you...:)
-Fatih : Evet Anne, öncelikle sizin annenizi.... Biz fuar için dün geldik buraya, "mini-oto-büs" bizi çok oyaladı, fuar da yeterlik ışıklandırma da yoktu aslında ama bu swine-flu olayı bizi gerçekten derinden sarstı. İki kahve arası baktık gazetelere, Hk da durum Sars zamanını hatırlatmış insanlara, insanlar tedirgin Anne, bir ikisine dokunmak istedik bugün öldürüyolardı allah çarpsın... WanChai akşamları halen aynı görünüyor yalnız, Joe Banana's Club full çekiyor, her yerde kırmızı yüzlü yüzlerce ingiliz enayice sırıtarak geziniyor. Şimdilik HK dan bu kadar Anne... -Fatih : Yes Anne, first of all "tu puta madre"... We came here for fair and arrived yesterday, "mini-oto-büs" took too much of our time and also we do not obtain enough lighting at our booth today, but beyond all negative things, that swine-flu thing is effected us more than anything. We take a look at the newspapers during our coffee berak today, and with a little bit of observation we can say that this outbreak is remembered people of last SARS epidemic.People are looking stressed, even 1-2 tried to beat us while we were trying to check their stress level :) but everything is looking ok in WanChai nights, Joe Banana's Club is full of healty looking englishman having fun... That's all now from HK Anne...over to you :)
deyivercem ona, biticek bu CNN International krizi...

Internette gezinirken okudugumuz iki yorum bizi sevindirdi, umut veren hareketler bunlar ;

Dr. Marc Siegel, associate professor of medicine at New York University School of Medicine, said the current outbreak was unlikely to become a pandemic. "Swine flu could cause the next pandemic, but it is not likely that this thing is going to erupt and take over the world," he said. Even though the virus is being transmitted human-to-human, "that's a far cry from becoming a pandemic," he added. Dr. Martin J. Blaser, chairman of the Department of Medicine at New York University Langone Medical Center in New York City, also believes it's unlikely the outbreak will trigger a pandemic. "The CDC has been doing more surveillance for flu," Blaser said. "So it could be that these cases have been happening all the time, but we just never saw them. Or it is possible that it is a new strain of influenza that is emerging or it's a dangerous new combination. That's why we have to watch it closely."

derken Amerikan Homeland security 5 ayrı eyalette toplam 20 vakaa nın gerçek olduğunu doğruladı.... Allah sonumuzu hayır etsin...



Tanıtım için maliyetine satışlar

Bu vesile ile hayırlı olsun, açıldık.

Tükenmez kalem, beyaz kağıt mesaisine başlayalı ne kadar olduğunu parmak hesaplamaya çalışırken çok yakın geçmişte, sevgili(m) Derya'nın da dürtüklemesiyle zorunlu bir çağ atlamaca oyununa başlamış olduk.
Sessiz, masum destekleyiciliğine karşı beyaz kağıdın ve çilekeş tükenmezin, kalır mı bu dikey siyah ekranda yazdıklarımız ya da sessiz kalır mı ekran bütün saçmalıklarımıza, henüz belirsiz.

Hiçbir şeye "büyüyünce geçer" bakamadığımızdan, trigonometri, aşk, meşk, coğrafya, aile, arkadaş, sensible soccer gibi konular kafanın enayice karışmasına neden olmuştur. Çok beşeri konuları pozitif bilimsel sorularla irdeleyip, beyni sıvı kıvama getirmişlikden kaynaklanan bu yan etki düşünceler artık bu siyah ve dikey günlükte olacak.

Gerçi böyle de günlük mü olur, günlük dediğin asma kilitli olur...