Bu Blogda Ara

8 Haziran 2016 Çarşamba

Çok Reklamsız Hayatlar

Sıradan bir akşam. Oturmuşuz Baho'nun dükkanın önündeki taşlığa, toplanır tayfa birazdan birer birer. Mevzular muhtelif, deriler gittikçe daha siyah, rakı hep olması gerekenden az. O da Baho hesaba yazarsa. Bu aralar pek işim gücüm olmadığı için erken gelmişim, bir de Genco var. Baran da erkenden düşer, biz de yandaki asmanın altına geçeriz. Sonrası Allah kerim. "Genco, Baho'ya çaktırmadan bir 35'lik kapta gel" diyorum. İkiletmiyor. Başlıyoruz beyaz leblebiye, ucuz protein. "Ata'dan bu kaldı bize miras galiba" diyor Genco. "Mevzu ülküler için mücadele etmek olsa iyi, riyasız, yalansız" diyorum. "Sapla saman bu kadar karışmışken, zor o işler artık" diye ekliyor Genco. "Siktiret Genco" diyorum. "Anasını siktiler bütün dünyanın, bir bu asmanın altı kaldı, bir de delikanlı Baho" Aklı puştluğa pek çalışmayan bir avuç çocuk olarak büyüdük bu mahallede. Şartlar sertleştikçe yumuşadık, vurdukça eşitlendik. 

Şimdi bu coğrafyanın herhangi bir yerinde tam şu esnada yalandan olduğunu bilse de yolun ortasında sara krizine giren birine içi yanarak yardım eden insanlar var. Neyimiz eksik kondu, neremiz kısaydı, hangi hoca nasıl hatmetti rahmetli dedenin mevlidinde de içimize bu vicdan üflendi? Akademik hayat, para, ticaret, bankacılık, kozmetik, lüks tüketim hepsi uydurulmuş kavramlar. Hiç bunların peşinde olmadık. Şimdi biz konuşunca çok reklam metni oluyor da, biz reklam sevmiyoruz. Bizim hayatların gariban ama samimi hali çok satıyor belli ki. 

"Hayırdır Seko, daldın gidiyosun?" diye sordu Genco. "Yok birşey be oğlum, biraz keyifsizim o kadar" diye mırıldandım. "Sekoo!" diye gözlerini devirdi. "Şu Bahar olayı vardı ya, karakoldan kağıt geldi bugün yarın gidip ifade vericem. Davacı olmuş darp diye orospu çocuğu.." diye özet geçiyorum. Genconun derdi Gencodan büyük, sevdiğinden ayrılmak bir şey koparılmak başka. Üstüne varmayayım diyorum. "Hem çocuk yaşta kıza askıntı olsun, hop yavaş birader diyenin üstüne yürüsün, sonra bir de şikayetçi olsun, tam orospu çocuğu" diye hiddetleniyor Genco. "Olay büyüdü ya, karısına bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Suçsuz yere darp edilenler şikayetçi olur oğlum, yoksa karısı kesin kıllanırdı." diye normalleştirmeye çalışıyorum. "Peki Bahar?" diyor Genco. "Şimdi meydanı boş bulup iyice eziyet olmasın kıza" diye ekliyor. "O da işinden olmasın diye çektim çıktım oğlum, kızın babası hasta mecbur çalışacak bir yerde, hoş alışmış o ibnenin tacizlerine. Olaydan sonra yanına gittim o gün, Bahar dedim, ben gidiyorum dedim, bu dayak o ibneye ömür boyu yeter ama bakarsın aklı gider, bir hareket yapar, haber vereceksin dedim." diye açıklıyorum. Bahar, yeryüzünün görüp göreceği en delikanlı adamın, Fuat'ın kardeşi. Koca Fuat, kuş gibi yüreği olan, kocaman cüsseli bir çocuk. Babasının hastalığından sonra, ortaokul ikinci sınıfta okulu bırakıp, pazarda hamal, markette reyon elemanı, eczanede yardımcı kimi ofislerde getir götür işleri gibi elinden geleni yapmış bir dev. Bizim grubun değişmezlerinden. Ne bizi, mahallenin cep herkülü. Üst komşu taşınacak Fuat, yan binanın kalorifer kazanı boşaltılacak Fuat, Remzi abilere kamyonla kumaş gelmiş Fuat, gençlik parkında mahallenin çocuklarını korkutmuşlar Fuat... Fuat garip, ciğerlerinde sorun var. Babasından saklar. "Adam kanser oğlum, gücü yetmiyor, yetse o da yapar benim yaptığımı, daha fazlasını yapar." derdi Fuat ve onu tanıyan herkesi öylesine yabancı, bencil ve eşşek hissettirirdi ki.. Böylesi dizide olur, o da yazarı adam gibi yazarsa. Bize hediyeydi. Bir takıntısı vardı. Çocuk yaşta evlendirdiler kızı. Bizim dev, devler nasıl ağlarsa öyle ağladı. Oturup 4 büyük içtik o gece. Baho hesap tutmadı. Herkes acısını unuttu, binip Fuatın gözyaşlarından birinin üstüne, gezegen gezegen dolaştık da avunacak bir yer bulamadık. Susmadı koca Fuat. Susturulamadı. Sonra da çok konuşmadı. Öyle de boktan bir sebepten tıkanıp kaldı aşağı mahalledeki tüpçüde çalışırken. Haberi akşamına geldi bize. Bahar onun emaneti, dünyalık kardeşimiz. "Bahar akıllı kız, korur kendini, önemli bir şey olursa da haber verir." diye rahatlatıyor Genco ikimizi de. 

İkinci tura başlarken Baran görünüyor sokağın başından. Gelip Baho'nun dükkana giriyor. Elinde bir büyük boy beyaz leblebi ve bir 35likle yanımıza geliyor. "İkinci tur benden" diye oturuyor duvarın üstüne. "Hayırdır, maaş günü galiba" diyor Genco. "Yok lan, gavat Sıtkı benim serçe parmağın tazminatının bir kısmını verdi" diyor dalga geçer gibi Baran. "Bıraksak toprak olacaktı, şimdi rakıya döndü, mübarek bir parmakmış" diye dalga geçiyor geçen ay geçirdiği kazayla.. Sol eli cebinde bunu yaparken. Daha tam barışamadı durumla, böyle dalga geçerek kendini hazırlıyor. Ellemiyoruz. "Doldur o zaman senin mübarekten içelim" diyorum. "Piç Ali nerede?" diye soruyor doldururken. "Bilmem, yine bir ibnelikler peşindedir" diyorum. "Seko, Canan kaçmış diyorlar" diye yasaklı bölgeye giriyor Baran. Pezevenk işte. Herkesin parmağı yerli yerinde diye saldırıyor önüne gelene. "Duydum" diyorum. Genco bir bakış atıyor Baran'a, anladığını sanmıyorum. "Kızını anasının evinde bırakıp gitmiş diyorlar" diye eli büyütüyor Baran. Canan, mahalleden, en çok da ailesinden kaçarak gidip evlenmiş sonra da 3 sene sonra kucağında bir kız çocuğuyla geri dönmüş bir kız. İlk kaçışından önce de, geri döndüğünde de, hatta ne zaman olursa olsun çamaşır asmaya balkona çıktığında da, çok öncesinde saklambaç oynadığımızda da, babası annesini dövüyor diye kaçıp bize saklanıp ağladığında da yüreğimi titretmiş bir kadın. Bunu herkes biliyor. Ben kabul etmiyorum. Döve söve kabul etmişim benim olmayacağını, yüreğimi soğutmaya çalışmışım. Ama bu dönüşünden sonra, onca yılın, yolun ve mesafenin üzerine bakkalda karşılaşıp bir gülümsedi mi, gamzeleri ufaktan belirginleşip, artık o kadar gergin olmayan şakaklarına çizgiler düştü mü , elinde kocaman bir silgiyle, 'ben geldim, artık geldim' der gibi hissediyordum. "İnşallah iyi olur" diyorum umursamaz bir ses tonuyla. "Nasıl iyi olmasın oğlum, zengin bir herif araklamış diyorlar" diye peydahlanıyor piç Ali. "Gerçi normal, hep hayal peşindeydi o kız" diye bitiriyor cümlesini.. "Sikeyim onların hayalini, pazarlaya pazarlaya bitiremediler şu hayatları. Kaç kişinin ömrünü çaldı pezevenkler." deyiveriyorum. 

Rakılar tazeleniyor. Güneş kırağı sokaktan doğru batıyor. Sessizlik oluyor. Gelip bizi buluyor güne karışamamışlar. Mahallenin çocukları ufak ufak evlerine dönüyor. Daha iyi günlerin peşinde kimi ödevler yapılıyor. Bazı aşıklar kenar süsü yapıyor harita metod defterlerine. Bazı hikayeler hiçbir yere bağlanmıyor. Havada kalan herşey gibi silinip gidiyor. Sabah pusuna karışıp göçüp gitmeyi bekliyor bazı hayatlar. Halit amcayı bir öksürük krizi tutuyor. Selin'in doğum sancısı başlıyor. Canan'ın kızı içine ağlıyor. Çünkü doğum, ölüm kadar yakın ve normal reklamsız hayatlarda, yalnızlıksa ikisinin arasındaki tek gerçek. 

Sonra reklamlar başlıyor; "Rüya gibi bir hayat mümkün!"


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder