Bu Blogda Ara

28 Temmuz 2014 Pazartesi

Yerdeki küçük halı

Hani sonra sen gittin. Akıtılıp makineye konması gereken tabakları, bir kaç kirli iç çamaşırı, yarından tezi yok planlanması gereken yakın zamanlı seyahatleri ve akşamüstü yağacak olan yağmurun tam da gözümüzün önünde oluşturacağı gök kuşağını bırakıp. Bir an da. Dönmeyeceğinden değil, bir yerlere dönerdin nasılsa. Günün geceye dönmesi gibi, sonsuzmuş gibi, ama vedalaşmadan. Başını sağa çevirip omzunun üstünden baktığında odaya son defa, odada göz göze geldiğin her şey gibi ben de tebesümle baktım sana. Zaman dolmuştu, zamanın dolmuşluğunu konuşmuyorduk biz de. Ne önemliyse konuşmadığımız gibi. Konuşunca değişmeyeceğini biliyorduk. Değişmesini istiyorduk ama başkalaşmak istemiyorduk, başkasılaşmak. Yerdeki küçük halıyı seviyordun sen, aranızda hiç problem olmamıştı, ben de orta sehpayla benzer hissediyordum. Üflediğin dumanın, o sigaranın sana ait, içinden, sana dönüşen son nefes olduğunu biliyordu halı, sonradan söylemişti bunu bana. Objelerle insanların dertleri olmuyordu. Egoları çok düşük olduğundan ve kabul etmesini bildiklerinden oldukları gibi kabul ediyorlardı insanları. Bizi sevmediklerinden ya da buna benzer şeyleri düşünemediklerinden değil. Çünkü bir berjer koltuk ait olduğu evdeki kişileri sever, tatillerde özler ya da sıcak yaz aylarında salonun güneş görmeyen bir köşesine çekilmeyi bekler. Sadece dert etmez, bunun sorumluluğunu size yüklemez, hayatına devam eder. Çok kararlıdır objeler, fikirler değil. Davranışlara dönme eğilimindedirler onlar ve ne olursa olsun dikkate alındıklarını hissetmek isterler. İşte o üflediğin son dumanla birlikte ortadan kaybolman, hiç orada olmamış olmanla aynı karşılanmıştı yerdeki küçük halı tarafından. Üzülmediğinden değil, öyle olması gerektiğinden. Uzun süre somut bir kanıtını arayıp, bir süre lup yardımıyla ipliklerini ve kimi ilmeklerini incelediğim için orta sehpanın altından kaldırmıştım onu. Belki bu onu daha da üzmüştü. Nereye koyduysa oradaydı o duygu, görünmezdi. Gerçekti, vardı, sanki hep orada olmuştu. Senin yokluğunun benim içime bir yere kaçmış olması gibi. Hani elinin erişemediği yere kaçan bir objeyi çıkartmak için uğraştığında artık hiç çıkmayacak kadar kaybolup gitmesi gibi. Ulaşılamaz bir yerlere gitmiştin, içimdeydin, iç benimdi, yerini ben bilmeseydim de olurdu. Bilseydim ne değişecekti, neye çevirmeye çalışacaktım  onu. Benimle uğraşmamak için kaçmış olabilir içime diye düşünmüştüm. Senden biraz sonra ikinci biramı açmıştım. Bütün şişeler aynıydı ama değildi. En çok ikinci biramı sevmiştim. Güzel şeyler de oluyordu hayatta. Senin gelmen gibi, gitmen gibi...