Bu Blogda Ara

17 Temmuz 2015 Cuma

Tırnak Makası

  Bazı şeyler gereğinden fazla yaşıyor. Üniversitenin ilk senesinde bu tatil beni idare etsin yeter diye aldığım deniz gözlüğü, evime çıkarken annemin çeyizinden bana düşen bir çift erkek terliği, tamamen yardım duygularıyla vapurda aldığım sık dişli tarak. Evde, arabada ya da iş yerinde başka şeyleri ararken karşılaştığım, o anda zamanı eğip büküp beni başka zamanlara hızla götürüveren zaman makineleri. Her seferinde onları toplayıp her an elimi attığımda bulacağım bir yere istifleyip bir gün uzun uzadıya geçmişe bir yerlere yolculuk yapmak istediğim ama elimin bir türlü gitmediği şeyler. Eski bir dostla karşılaşmış gibi ne kadar süreceğini kestiremediğiniz o eskilerden konuşmak gibi karşılaşmalar oluyor. Geçen akşam nereye lazımsa bir vida ararken karşılaştığım tırnak makası mesela. Orada hırdavat çekmecesinde ne arıyor, neden halen yaşıyor diye soramadan beni alıp orta ikiye götüren tırnak makası. Ailemle yaşadığım dolayısıyla anne baba demeden herkesi istediği her an doğramış olan, ortak kullanım eşyalarından biri. Bir insanın kaç tane tırnak makasına ihtiyacı olabilir ki? Bazı iş kollarını hiç anlamıyorum. Neden halen benimle, kaza eseri olarak mı yolculuk etti evde seneler önce yaptığım ıvır zıvır kolisinde yoksa annemin benim böyle bir alete ihtiyaç duyacağımı hesaplayamayacağım gerçeğinden hareketle bilerek mi geldi kondu bu çekmeceye tam hatırlayamadan kapı tıkladı. Kimseyi de beklemiyorum ama tıklama da o ahşaplara özgü tok tıklamalardan. Kafamı çekmeceden kaldırdığımda banyodaydım. Böyle durumlarda annem tarafından türlü şekillerde zihnime işlenmiş duaları sıralamam gerekirken yapamıyorum. Dilim falan tutulmuyor, dua hatırlamıyorum ama öğreti o kadar kuvvetli ki hala her seferinde aklıma geliyor böyle durumlarda. Neyse, dua edemiyorum ama şaşkınlığım azalıyor bir süre sonra. Çevre de oldukça tanıdık, taştan, çok eski görünen bir duş teknesi ve üzerinde küçük deniz kaplumbağaları, halatlar ve çapalar olan duş perdesi. Sonradan alafrangaya çevirilmiş ve hiç bir zaman tam anlamıyla yerine oturmamış klozet. Tam önünde oturuyorum. Haznedar ipek sokaktayım, villa derya apartmanı daire no.8. Annemin sesi geliyor kapıdan "iyi misin oğlum, yarım saattir tuvalettesin" "iyiyim" diyorum. Fark etmiş midir sesimin 30 sene yaşlı olduğunu "birazdan çıkıyorum." Elimde tırnak makası bağdaş kurmuş ayaklarıma bakarken görüyorum. Sol ayak baş parmağım dolama olmuş yine. Tırnağımı kesemiyorum, kesememek tam tarifi değil, dokunamıyorum bile parmağıma ama bu şekilde de ayakkabı giyemiyorum. Annem çok söylendi 2 numara Haluk bey baksın bir, belki küçük bir operasyonla tamamen kurtulabilirim diye. Sonradan hatırlıyorum Elifin doğum günü bugün. Tuğçe de orada olacak. 15 yaşındayım, çok aşığım, sıska, okul traşlı ve korkağım. Tuğçe, güzellik tanrıçası ile Zeus un kızı, tanrılar en güzel bakirenin kurban edilmesini isteyince tanrılardan kaçmayı başarmış ve nasıl olduysa Bakırköy de bir ailenin kızı olarak devam etmiş hayatına. Bundan eminim. Ortak noktamız Elif, Hayriye öğretmenin kızı. Babası hatırlayamadığı yıllarda ölmüş. Örgü saçlı, dişlek ve çok sevecen bir kız. Zamanının ölçülü baskı gören çocuklarından olduğu için herkesle arkadaş. Doğum günleri ailelerin gözetimi altında oluyor ama yine de arkadaşlarıyla doğum günü kutlayabilen az. Eliflerin bahçesinde olacak doğum günü. Elife daha geçen hafta derste not yazarak iletmişim Tuğçeye olan aşkımı. Tenefüste kantinin arkasında buluşup konuşmuşuz. Fikret çok ilgileniyormuş Tuğçeyle, elimi çabuk tutmalıymışım. Fikret, hayatın her zaman diliminde, her şart altında var olmasa olmaz bir zengin piçi. "Fikret mi" diyorum. "Her istediği olmak zorunda olan piç, fazladan bir Tuğçesi olsa da olmasa da onun için farketmez, neyin kıymetini bilmiş şimdiye kadar" "tamam işte" diyor Elif. "Doğum gününe kesin gel ve bence artık konuş Tuğçeyle" "Tamam" diyorum. "İki elim kanda olsa da geleceğim" Bu doğum gününe gitmem şart, benim yeniden doğacağım gün için oldukça iyi seçilmiş bir gün. Ne giyeceğime karar vereli üç gün olmuş ama ayakkabı konusu ertelene ertelene bu sabaha kalmış. İyi gelsin de şişi biraz insin diye iki gecedir yatmadan yapmadığım kalmadı, hala 2 numara büyük. "Ayağınla oynamıyorsun yine di mi?" diye soruyor annem. "Hayıııır!" Hadi bismillah, tırnak makasının ağzını alabildiğince köküne yerleştiriyorum tırnağın, çok canım yanıyor. İki elimin işaret ve baş parmaklarını üst üste koyarak gözlerimi kapatarak bastırıyorum. 

Kendime geldiğimde evimdeyim yine. Elimde tırnak makası, 44 yaşında, kilolu, hala çalı saçlı ve korkağım. Bugündeyiz diyorum. Sol ayağıma bakıyorum, üniversite son sınıfta etfarlıca bir operasyonla yarısı alınarak ancak kurtulabilmiş baş parmağıma. Fikretle Tuğçe tabii ki lise son sınıfta ayrılıyorlar. Haberleri geliyor. Biz Elifle deniyoruz şansımızı, olmuyor.

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Kötücül arzular

Oturmuş karşıma anlatıyordu. 

Hem de uzunca bir süredir. Konu yine tamamen ve hararetle Ezgi'ydi. Tamamen dudaklarına takılıp kaldığını düşündüğüm gözlerimin hareketsizliğinden olacak " sence de biraz saçma değil mi ettiği teklif ? " diye sormuştu. Ya dinleyip dinlemediğimi anlamak için soruyordu ya da her zaman olduğu gibi kendinden emin olarak anlattığı hikayedeki yargısına onay arıyordu. Son 15 dakikadır neden bahsettiğine dair hiç bir ipucum yoktu. Önemsediğini sanmıyorum. Ona istediğini vereyim yeter, " biraz " dedim. İşte olmuştu, küçücük bir tebessüm ile birlikte anlatmaya devam etti. Çünkü bazı insanlar haklı doğar. Korku, geleneksel görgü, önyargılar ve kısıtlı dünya görüşüyle büyütülmüş ve öyle yaşamış ebeveynleriniz size baktıkları yerden gördükleri dünyayı anlatırken onlara sevgi, hoşgörü ve bireysellik anlatılır. Kimi çok sakıncalı sayılan fikirler, hayaller ve insanlarla çok erkenden tanışırlar. Bunun için çaba harcamalarına da gerek kalmaz. Size göre fazlaca özgüvenli ve kararlı olurlar. Umursamaz gibi anlattıkları herhangi bir şeyde bile içten içe haklı olduklarını bilirsiniz. Sinir olursunuz siz de, o umursamaz. Hiç lider olmaya çalışmasa da herkesi biraz çevresinde topladığını görürsünüz. Daha çok sinir olursunuz. O yüzden bu tebessüm işinde de epey ileridedirler. Tuhaf bir çekiciliği varmış gibi gelir o tebessümün. Bunu ise bilirler ve önemseler. Böyle birisiydi Kaan. Ne çekişmeli olduğundan haberdar olmadığı çocukluğumuz boyunca da, sonrasında da. Lise yaşlarında hayat bizleri başka yerlere savurmuş, onun ben de kalan izleri ile karşılaştırmalarla dolu geçen ergenlik sonrasında da bir şekilde iletişimde kalmayı becermiştik. Adam benim karşılaştırma tablomdu insanlık konusunda, nasıl görüşmeyecektik. Uzun yıllar annesine aşıktım. Sebebini pek sorgulamamıştım. Sonra da Ezgi'ye. Gerçi bütün mahalle erkekleri hep beraber aşıktık Ezgi'ye. Bazı büyük adam işi olarak görülen şeyler küçükken çok daha cesur yaşanıyor. Aynı bakkalın köşesindeki merdivenlerde oturur düşlediğimiz aynı kadınla ilgili hayallerimizden konuşuruduk. Hissedilen tüm duyguların katılsızlığından olacak kimse kızmazdı başkasının Ezgi'yle ilgili hayallerine. Şimdi düşündüğümde garip ve çokça komik geliyor bu duygulara karşı olan saygı duruşu. " ne önersem olmuyor, ilişkimizin durumu dışında ise neredeyse hiç konuşmuyoruz " diyordu Kaan. Son buluşmamız geliyordu aklıma Ezgi'yle. Saatlerce anlatmıştı hayatında olup biteni, hem de öyle detaylarını anlatıyordu ki sanki onun hayatıyla ilgili bir sınava girecektim ve geçemezsem yaşama hakkına son vereceklerdi. Aklımda binlerce düşünce bulutuyla dinlemeye çalıştığım Ezgi arada yakınlarda olmadığımı hissediyor ve saçını bir yandan öbürüne savurarak varlığını hissetiriyor, gözlerim ona döndüğünde ise anlatmaya devam ediyordu. Sessiz bir anlaşmaydı bu, ben onu dinlemiyordum o ise sınavdan kalmamam için olanca gücüyle anlatmaya devam ediyordu. " konuşmayan kadın ölü kadındır diye konuştuğumuzu hatırlıyorum ama sen takılma yine de fazla bence, kötü bir dönemden geçiyordur belki " dedim Kaan'a. Kötü bir dönemden geçtiği aşikardı. Yanlış adamı sınava sokmaya çalışıyordu. Hayatının bir döneminde onun için sınavları, sayışız şınavları ve  kesilecek bütün çınarları göze alan ama görmediği, sonra da hayatın cilvesi işte, kolsuz dalsız yaşamaya alışmışken, kafasını duvarlara vura vura içine doldurduğu öfkeden onu nereye koyduğunu unutan adamı. " sadece konuşma değil ki dostum, en son ne zaman seviştiğimizi hatırlamıyorum bile, becerebilsem de hatırlamak istemiyorum. O kadar mekanikti ki " Yoo dostum hiç de öyle değildi, aksine şehvetli ve hatta hiddetliydi, demek istiyordum ona. Son bir yıldır sevişiyorduk Ezgi'yle. Bir keresinde bile renksiz, tatminsiz olmamıştı. Sevişmelerde yoğunluğu kadınlar belirliyordu. Seni almak istiyorsa, senin olmak istiyorsa, fethedilmek istiyorlarsa pekala yapıyorlardı bunu. Gözlerinizin içine bakarak, gözlerini kırpmadan doğruca içinize, içinizdeki hayvana bakarak yapıyorlardı. Sevişme garantili, fazlası olmayan ve aynı dört duvar arasında bitecek tüm buluşmalarımızdaki Ezgi her kadın gibi hiç şaşırtmıyordu beni. Onun için fazlasıydı, benim için de öyle olacağı günü bekliyordu. " çok kırıcıymış " diyebildim. O Ezgi'yle, Ezgi ise onunla görüştüğümü bilmiyordu. Sık kullanılan telefonlarda aynı sayfada olduklarını bilmiyorlardı. Bense bir süredir Ezgi'yle olan ilişkimi bitirmeyi düşünüyordum. Oluşacak olan duygusal boşlukta yeniden keşfedeceği Kaan la ise bugüne kadar gitmeyi aklına dahi getirmediği mesafelere gideceklerini düşünüyordum. Aslında buna kendim hazırlamaya çalışıyordum. Uzun süredir hissettiğim bu galibiyet duygusunun artık alıştığım tadı çok özletir miydi kendini ?Yoksa daha iyi mi hissederdim kendimi, sanki sayemde bir seviye atlamış olurlar mıydı birbirlerinde ? Bütün o doğuştan haklı ve iyi insanların hissettiği gibi hisseder miydim kendimi ?

"Biliyor musun" dedim. Tebessümü silinmişti. Bir süredir konuşmamı bekliyordu. Dudakları yarım aralanmış sanki ağzımdan çıkacaklar herşeyi değiştirecekmiş gibi bakıyordu. Bu duyguyu seviyordum."Ben annene aşıktım çok uzun süre" dedim. "Ne alaka şimdi yaa!!?" dedi. "Herkes kendi annesine aşık olur, ben seninkine oldum, garip değil mi?" "Sen hiç dinlemedin di mi beni?" dedi. Bir şey demedem kalktım masadan "Sonra görüşürüz" dedim uzaklaşırken. Yoldan Ezgiyi aradım "Selam, akşama işin var mı? Birazdan evde olacağım gelsene" dedim. "Çok acaipsin Fatih" dedi. "Yıllardır görüşmüyoruz ve sen birden arayıp evine davet ediyorsun. Küçükken de tuhaf bir adamdın, nereden çıktı şimdi bu?"