Bu Blogda Ara

25 Ocak 2016 Pazartesi

İlahi ilah!


Gözlerim ışığa alışmadı daha
Rüyalarımdaki yüksekler
Daha güvenli irtifalara
Korkularım soğuk havalara
Ve ellerim çatlaklara

Daha önce alınmış hediyelerin
Ve hazırlanması planlanmış gecelerin
Suskunlukları
Titreşerek içimden çıkmadan
Peri tozuna döndü

Çok dahiyane değildi ilahi plan
Olması gerekenler hep
Zamanından ya biraz önce
Ya biraz sonraya tesadüf ediyordu
Tesadüf diye bir şey varsa

Peri tozu zekiceydi ama
Üstü örtülemeyen çocukların
Sabaha karşı ayazlarına birebirdi
Ve bir ilah varsa
Çocukları seviyor olmalıydı

Çünkü her çocuk
Üstüne düşen rol için
Biraz daha yaşamalıydı
Sevgi
Tereddütsüzce verilen bir şey değildi

Daha bunu öğrenmeliydi çocuklar
Soğuklar görmeliydi
Toprak gibi çatlayan derilerini
Yükseklerden düşen yüreklerini
Her şey gibi fazlasını, ışığın da

Küçükken sevilen her şey
Diğer her şey gibi
Sevilemiyordu sonraları

Küçük değirmenler
Küçük çakıl taşları
Büyük planlara
Büyük dalgalarla
Dönüşemiyordu

Her şey daha azıyla anılıyordu
Böyle zamanlarda
Ve yükseklerde hava soğuk oluyordu
Oksijen az, vakit az, sevgi yok oluyordu
Sen ve ilahi plan
Aynı irtifada buluşuyordunuz bir süre sonra
Tam ağzını açıp konuşacakken koca devran
Sus işareti yapıyordunuz
Kimseye ihtiyacınız yoktu şimdi
Çatlaklarınızdan sızan ruhunuzdu biraz
Peri tozuyla kapanamayan cinsten
Ve canınız çok yanıyordu
Ama bu 
Tamamen normaldi artık
Hayattı bunun adı çünkü
Ve hayat,
Büyüyünce böyle bir şeydi...


19 Ocak 2016 Salı

Üç deyince

Kötü romantik filmler gibi hayat
Çünkü üçe düşmek diye bir şey var
Üçe kadar sayınca iyileşen yaralar
Üç vakte kadar gerçekleşen rüyalar
Üçü bir arada aşklar

Girişi sonucu değil de tam gelişimi esnasında
Kendini ortadan ikiye bölen filmler gibi
Çünkü İçe düşmek diye bir şey var
İçinin acısını bir yarısına
İçli şarkıları diğerine meze ederek yaşanan

Sabun köpüğü sevinçlerinde
Uzak yoldan gelmişde kaybolmuş
Hiçe doğru yolculuk eden...
Çünkü hiçe düşmek diye bir şey var
Hiç hesapta yokken

Bozulan çarkları
Kötü niyetli çırakları
Kuş geçmez çoraklarıyla
Meşhur vecizede denildiği üzere
İş aş Haydar Baş gibi
Üçe içe ve hiçe düşmek var.

Sen git ablan gelsin

Bırak gelsinler dedim
Gelsinler bakalım
Bu korkuyla sonsuza kadar yaşayacağıma
Sonu belli korkularla uğraşırım

Demez olaydım
Çünkü hep daha büyük bir şeylerle gelirler
Amaçları yenmek olsa bilirim
Değilse bilmem işte

Bir keresinde üzülmüştüm
Çok kaybolmuştum
İçine rüzgar kaçmış üflemeli enstrüman gibi
Sesi var benden değil

Sonra bırakmıştım ağlamayı
Titrek bir melodi tutturmuştum ıslıkla
Yerler biraz ıslaktı
Islak biraz yapışkan

Başka uçurumlarda
Başka silahlar icat etmiştik aynı taşlardan
Kimi taşlar yerinde ağırdı
Kaldırmaya gelmiyordu

Bırakıp kendimi gitmiştim sonra
Sisin pusun içine doğru
Gerçekten amacı neydi gidişinin demişti kendim
Geride kalmıştım, duyamadım

Ara ara kendi içimden çıkıp
Başka bir yer aramayıp
Kavgama bakardım dışarıdan
Ve gelenler hep büyükleri olurdu sorunların
Kendileriyle yüzleşmek hiç mümkün olmadı.

7 Ocak 2016 Perşembe

Kayıttayız

Kayda geçsin;
Uzun soğuklar
Uzun soluklar gerektiriyor.
Ve en güneşli yıllar
El nino yılı oluyor.

Kayda geçsin;
Balık kebap değil de
Roka en çok rakıya yakışıyor.
Ve çılgın cumartesiler değil ama
Sabırsız pazartesi masaları unutulmuyor.

Kayda geçsin;
İçinde çalan müzik
Enstrüman çalarken duyulmuyor.
Ve bir sonraki şarkıya heyecanla kulak kesilmek
Ancak başkasının radyosunu dinlerken oluyor.

Kayda geçsin;
Yabancı yerleri görmek en çok
Kendi komşuluğunda hayallenebiliyor.
Ve ne yaparsan yap
Mahallenin delisi peşini bırakmıyor.

Kayda geçsin;
Aşka düşmek
Ayakların yere basarken mümkün olmuyor.
Ve ayakların yerde değilken
Düşmek korkutucu bir şey oluyor.

Kayda geçsin;
Çünkü geçerse ekime
Geçmezse kasıma kadar sürebiliyor.
Kasımlar biraz soğuk,
Rokalar az taze,
Şarkılar müjganlı
Gün "tanrıya şükürler çarşamba" olabiliyor.
Mahallenin delisi ise
Henüz bilinmeyen nedenlerle düşmüş
Hazır düşmüşken 3-5 yerini kırmış
Ve ağıza alınmayacak küfürler eden bir hemşireye aşık olmuş olabiliyor.


3 Ocak 2016 Pazar

Bir Cin Tonik Daha

Sahnenin yanında duran devasa kolonların hemen dibinde, müziğin sesinin içimden geçerek insanlara ulaşmasını seyrediyordum. Zaman gece yarısını geçkin, hava kış olmanın farkındalığında mekan ise kalabalıktı. İnsanlar kalabalık yerlere daha çok gidiyor. Normalde çok tercih edilen iyi olur diye değil, içten içe yakınlık peşinde insanlar. Rahatsız edilmeyeceğinden emin olsa hepsi, herkesin herkese dokunması serbest. Şükür böyle bir serbestlik yok. Bunun olmaması hem küçük bir rahatsızlık hem de sınırları aşıp size daha fazla dokunmasını isteyebileceğiniz insanlar için uslanmaz romantik bir ihtimal doğuruyor. İşte bu küçücük ihtimal çarpanı çok büyük olduğundan diğer tüm kuvvetle muhtemel sonuçları döverek gelip baş köşeye oturuyor. Ben tam bunları düşünüp, gece hayatının insan hayatında bir ihtimal olarak nereye denk düştüğünü hesapladığım iyi oldu deyip tuvalete gidip dönmüşken karşılaşıyordum seninle. Sırtın kolona dönük, tam ayaklarımın az önce üzerinde durdukları noktada. O gece pek suratsız olan dj kitlesel olarak acayip yerlerimize dokunan şarkıları isteksizce çalıyordu. Yanına gelip duruyordum sonra. Sen dans ediyordun. Ben, mutsuz garsona bakınıyordum. Sonra tuhaf bir şey oldu. Sen benim olduğum tarafa dönüp gülümsedin. Ben arkamı dönüp duvara baktım. Sonra dönüp sana baktım tekrar. Sesler içimizden geçebiliyorsa bakışlarda içimizden geçebilirdi. Bakmayı istediğin son noktanın ben olduğumdan emin olmak istemiştim. Sen gülümsemeni bir ton artırıp gözlerinle gülmüştün. Sana doğru eğilmiştim;


- merhaba, az önceki bakışınız doğrudan içimden geçiyordu, istemeden gülümsenizin bir kısmını alıkoydum.
- iyi ziyan olmamış, sana bakıyordum.
- duyduğuma sevindim zira duvara bakıp gülümsüyor olmak tuhaf olurdu.
- hep böyle tuhaf mısındır?
- hayat biraz tuhaf.
- hahaha, anladım tuhafsın.
- tuhaf bi tanımlama oldu bu.

Cin toniğim gelmişti. Garsonun mutsuzluğu pos makinesi ışığında iyice görünür olmuştu. Ben de omzuna biraz baskılı şekilde ve en az üç saniye sürecek kadar dokunmuştum kredi kartını geri uzatırken. Avuç içim omuz başını kavramıştı. O da kafasını kaldırıp küçücük tebessüm etmişti. Bunu bilinçsizce yapmıştı. Bedeni o dokunuşla anlaşıldığını hissetmişti. Bu ise benim için neden önemliydi, bilmiyordum. Zaten şimdi sırası değildi. İçkimden ilk yudumu alırken dönmüştüm kolona doğru tekrar. Yoktun, gitmiştin. Dönüp duvara bakmıştım, içimden geçmesine izin verdiğim için gülümsemenin birazı orada duruyordu. Az önceki pozisyonumu almıştım tekrar. Dj az önceki çok popüler pop şarkısının yerini, herkesi içinde hiç bulunmadıkları 70li yıllara davet eden bir şarkının almasını istemişti. Elektronik itaat edip bunu mümkün kılmıştı. Kolonlar bana saygısından önce bir süre bekleyip;

- abi, müsadenizle içinizden 70ler olarak geçeceğiz. Demişti.
- müsade sizin koçlar, dji üzmeyelim daha fazla. Demiştim.

İnsanlar için saliseler içinde gerçekleşen bu olay, çok daha kısa sürede karşılık bulmuş ve herkes bir büyüğünün ona dinlettiği bir dönem şarkısında erişkin olarak eğlenebiliyor olmanın mutluluğuyla dizlerini ortada birleştirerek ve biraz kırarak twist yapmaya başlamıştı. Titreşimi itibari ile beni de hareketlendirmişti bu müzik. Gözlerimi kapatmış bedenimin hissettiği titreşimlere göre dans ediyordum. Dans ederken gözlerini kapatmak öpüşürken gözlerini kapatmak gibi. Birinde dokunuşu diğerinde titreşimi görünmez boyutta ne kadar hissetmek istediğin ile alakalı. Aradan kaç yıl geçti bilmiyorum, bir adım önümde bir varlık hissetmiştim. Sonuçta ses ileten bir materyaldim ve kulaklarım olmasa da bedenim ekoyu hissediyordu. Gözlerimi açtığımda bir adım önümde duruyordun. Az önceki gülümsemenle, kocaman. 

- hemen yerimi kapmışsın.
- tam olarak bana ait olan yere geri döndüm diyelim.
- bu kolon önü konusunda kimseyle yer kapmaca oynamadım daha önce, şimdi lütfen yerime geçebilir miyim?
- ben her istediği olan insanlarla türlü problemler yaşadım. 
- ama?
- buyrun, kolonu size emanet ediyorum.
- hahahahaha, teşekkürler.
- gülüşünüzü savaş durumlarında kullanılması yasaklı silahlar listesine eklemek gerek.

Boynunu sağ alta eğerek ve ellerini önünde birleştirerek teşekkürü uzatıp, iltifatı kabul etmiştin. Ben de az önce hiç bir gerginlik hissetmeden durduğum komşuluğuna şimdi gereksiz bir endişe hissederek yerleşmiştim. Kimsenin sınırından giresim yoktu, kimse sınırlarımla oynasın istemiyordum. Bedenimi üzmeden aklımı gezmeye çıkarmıştım. Hepsi buydu. Şimdi ise, bir şekilde ilişkilenmiştik ve sanki bu devam gerektiren bir performans hissine sebep olmuştu. Tam o esnada cin toniğim bitmişti. Güncel türkçe bir şarkı başlamıştı, önümdeki grupta bulunan aşırı kel çocuk gecenin başından beri istediği yere; kıvırcık saçlı kızın yanına geçmişti ve tuvaletin girişinin önünden saniyeler önce gördüğüm kadın tekrar aynı şekilde saçını düzelterek geçmişti. Matrix filminde, yazılımda değişiklik yapıldığı zaman olduğu iddia edilen bu deja vu anı bir hata vermeye yakın olduğumu hissettirmiş ve sigara içmek bahanesiyle dışarı çıkmaya yeltenmiştim.

- sigaraya mı çıkıyorsun?
- evet, bu kadar karbondioksiti biraz nikotin ile birleştireyim dedim.
- gelebilir miyim?
- kolonla ilişkine bakılırsa bu tür risklere girecek birine benzemiyorsun?
- hahahahaha, bir şey olmaz, kimse kolon önü sevmez.


Güzel flört etmek diye bir şey olmasaydı o an icat olurdu. Önden, aşırı kel çocuğu biraz kıvırcık saçlı kadına doğru iterek, giderken ben sırtıma koymuştun elini. Bazı sınırlar ne kolay aşılıyordu. Avuç için sağ kürek kemiğime; gerçekten yolculuk esnasında takipte kalabileyimle, sana dokunmak istiyorum arasında dokunmuştu. 
Demek sağ elini kullanıyordun ve ellerin biraz küçüktü. Ve bütün bunlar aslında başka şekillerde gözlenebilir olsa da bu şekli çok büyülüydü. Sağ elinle yazıyordun ve yazın güzeldi, mümkünse kalem kağıt kullanarak yazmayı seviyordun dijital yerine ve sağ orta parmağında küçük bir tümsekcik vardı bu yüzden. Tavla oynadığında zarı sağ elinle atıyor, hareket çekecekken sağ bileğini yalıyordun. Bıçağı sağ elinle tutuyor, zorunda kalmadıkça işaret ettiğin şeyleri sağ işaret parmağınla gösteriyor ve arada arkadaşlarınla falcıya gittiğinde sağ elini uzatıyordun. Toplamda yirmi adımlık mesafede bana türlü hikayeler anlatarak zamanı eğip büküyor ve anlamsızlaştırıyordun. Sonunda kapının önüne çıkmış, bizi ekipmansız yakalayıp kışlığını ispatlayacak soğuktan korunacak bir yer bulmuştuk. Cebimden sigarayı çıkartmıştım, önce kendime sonra sana tutmuştum. Çakmak bu anı uzatmak için cebin el girmez yerine kaçmıştı. Çıkarmak için uğraşırken yandaki insanlardan çakmak isteyip yakmıştın sigaranı. Sonra da benimkini.

- bazı şeyler beklemez. demiştin.
- bazı şeyler de bekler.
- ne mesela?
- kalabalık metrobüs duraklarında insanlar, eşini bulamamış ruhlar, çifti kaybolmuş çoraplar ve daha bir sürü şey.
- hahahahaha, tuhafsın gerçekten.
- bu özellikle çaba gösterdiğim bir şey değil.
- enteresan olmak güzeldir ama.
- genetik belki de benimki bilmiyorum.
- hahaha, değişikmiş.

Sigara çok adi bir şey. İçsen de içmesen de benzer hızla tükeniyor. Sigaranı sağ elinle dudaklarının sağ tarafına koyup, kendine has bir jest ile çekmiştin.

- adın ne?
- kaan
- memnun oldum ben de seda
- selam seda
- haha, ne iş yapıyorsun?
- yersiz.
- ne yersiz, sorum mu? Burada sohbet etmeye çalışıyorum.
- evet ama az önceye kadar çalışmıyorduk ve pekala edebiliyorduk.
- peki, sen devam et


İşte yine az önce içerideki his bulup yakalamıştı beni. Bu bir tür performans kaygısına dönüşüyor ve güzelliği azalıyordu. Daha doğrusu gerçekçileşiyordu. Burada çok soyut bir şey, bir his üzerinden iletişim kurmuştuk ve isim, iş, ayakkabı numarası, kullanılan parfüm gibi şeyler yersizdi. Zemin yaratma isteğiydi. İnsanlar yalancıydı. Herkes duyguları ve hislerini dinlediğini söylüyor ama gerçekte onu öldürüyordu. Birazdan tanıdık olacak olan bu insan artık ona anlatılması gerekenler, davranılması gerekenler, onunla yapılması gerekenler diye kategorize edilecek ve eninde sonunda hayatımda tanıdığım diğer herkes gibi olacaktı. Sanırım insanların arasındaki ilişkilerin en hesapsız kitapsız ve çiğ hislerle yaşanılan hali o gerçekçileşme olmadan önceydi. Ve biz galiba o eşikteydik. Birini çok isteyip, onun varlığınının yanında iyi hissetme hali, yani ruhsal anlamda iletişimde olmanın elle tutulur bir açıklaması yoktu. Olmasına lüzum da yoktu belki. En iyisi ona dürüst davranmam olacaktı.

- bazı öğretilerde insanı üç ayrı şey olarak tanımlarlar. Tamamen başka başka formlarda olan başka ihtiyaçları dolayısıyla başka amaçları ve başka doyumları olan.
- beden-akıl-ruh dan bahsediyorsun galiba.
- aynen
- hahaha, yüzün parladı. Sana biraz aptal sarışın göründüm galiba.
- işte şimdi bu konuşan aklın.
- sonra.
- içeride bana gülümseyen ve gözlerinin içinden bakan, sonra hiç sorgulamadan benimle iletişime geçen ruhun
- hı hı
- sigara içmeye yürürken bana dokunan da bedenin.
- güzel. Hiçbir şeyi kaçırmıyoruz!
- hahahaha, biz kaçırsak beden kaçırmıyor.
- varacağımız nokta, şampiyon?
- varacağımız nokta; Seda, seninle tanıştığıma çok mutlu oldum. Bundan sonra istesek de aynı olmayacak bu gecenin devamı, o yüzden biraz mutsuzum aslına bakarsan.
- haydaaaa, bence çok kesin konuşma.
- tamam konuşmayayım, ama düşünürüm
- hahahahaha, ben çok üşüdüm içeri giriyorum. Sana da bir cin tonik alıyorum, sanıyorum cin tonik içiyorsun?
- güzel. Hiçbir şeyi kaçırmıyoruz!
- hahahaha, kolonu kontrol ediyorum. Hadi gel sen de.
- tamam

Çok emin konuşmuştum galiba. Çünkü zemini altımızdan çektiğimde birşeyler ayakta kalabilmişti. Sonra içeri girmiştim. Kolonun önünde yoktun. Barda da. Biraz beklemiştim. Tuvalet girişine bakmıştım. Yoktun. Gitmiştin. Cin toniğimi alıp sigara içmeye çıktım. Hala yoktun. Sonra biri seslendi;

- kaan!!
- murat?
- yeni mi aldın cin toniği, hadi iç başka mekana geçicez.
- şey ben birini bekliyorum da..
- kimi lan?
- işte şu içeride tanıştığım bir kız var onu.
- kimle tanıştın olm tüm gece tek başına kolonun önünde dans edip durdun.
- tamam işte, kolonun önünde tanıştık.
- kaan, abicim tüm gece dibindeydik, senin yüzünden sağır olduk. Bir de bu leventin kel arkadaşı kıvırcık saçlı kızı bayaa zorluyo, tatsızlık çıkacak.