Bu Blogda Ara

31 Aralık 2009 Perşembe

"Twilight Saga" Söyleyecek İki Çift Lafım Var !

Kız çocuğu, istemediğini düşündüğü yeni hayatının başladığı o ilk gün görür. Görür görmez de aşık oluverir...

Kız çocuğa aşık olur, çocuk kız için deli dolu olur, velakin bu ikili bir türlü bir araya gelemez. Yani aslında gelirler gelmesine de, hani o istedikleri yakınlık bir türlü gerçekleşmez. 55.000 tane engel ve entrikanın yollarına çıkması kaçınılmazdır, fakat sevgi ,şüphe götürse de zaman zaman, bakidir.

Sinemanın icadından beri işlene işlene ışıldayamaz hale gelen bu klişe, zaman zaman dokunaklı yahut iyi bir maceranın içine gizlenmiş şekilde etkilese de beni, çoğunlukla kendi karakterlerinin imkansızlıklarının sığlığına takılır kalır.

Şimdi elimizdeki materyalin özeti ;
- Twilight
- New Moon
- Eclipse
- Breaking Dawn
- Midnight Sun
Yazar çizer ; Stephanie Meyer.

Kız çocuğa ilk görüşte aşık, çocuk kıza kafadan hasta, aynı zamanda güneşte akça pakça, fazlaca beyaz bir delikanlı. Daha okulun ilk günü araba çarpmasını elinin tersiyle tokatlayan Edward Cullen, kendisi ile ilgili yeterince gariplik yokmuş gibi, seyirciyi işgillendiren ipucunu erkenden belli eder.

Okumayan kalmadı bu Twilight'ı zihniyetiyle çok ayrıntıya girmeden devam etmek zorunluluğu hissediyorum. Bu Edward Cullen, kendisi gibi garipçe 2-3 arkadaşı ile okulda takılmakta, kimselere yüz vermemekte, dolayısı ile yüzleri birikmekte, biriken yüzleri bankaya koyarak sıkı arabalara binmekte ve sıkı evlerde oturmakta.
Zavallı kızımız, daha ilk günden ona aşık olmakta, bir süre sonra karşılıklı oluşan bu çekim gücü ikiliyi birbirine yakınlaştırmaktadır.
Tam oldu bu iş derken, Edward wampir olduğu gerçeğini kıza anlatmakta, fakat korkmaması gerektiğini de öğütlemektedir. Çünkü wampir aşkı başkasına benzemez, ve Edward da başka wampire. Zaten ezelden vejetaryen olan Edward kızı emmeyi hayallememekte , hayalleyen cem-i cümle ailesinin üyelerini de hırlaya gürleye uzaklaştırmaktadır.

Gel zaman git zaman kimi nahoş olaylar (mevzuya kimi başka tozutmuş wampirsel klanlar veyahut grupların girmesi) ile bu masum kızımız, g.t korkusuna doya doya öpemediği Edward ile birlikte, kaçmak zorunda kalır. Edward kahramanca dövüşür, kızı kurtarır ve devreder kimi meraklıları ikinci filme...

İkinci film birinciden beter, Edward, ben sana iyi değilim, yaygın sapık hastalığa tutulur kalkar gider uzak diyarlara.Kızımız per perişan, kendini avutmak için Yakupgile (Jacob) başvurur. Yakup apayrı bir mevzudur. Edward ne kadar wampirse Yakup o kadar kurtdur (werewolf).

Şaka gibi sahnelerden sonra kurta dönüşebilen Yakup, wampir vesaire kovalar yer, fakat kızımıza karşı hissiyatından dolayı, kendi ve kurt arkadaşlarının kıza zarar vermemelerini sağlar.
Bazı yerinde kızımız için, bilemediği, babası tarafından "Sarımsak soyundan mı gelmektedir de başına bir iş gelememektedir" diye düşünmüşlüğüm vardır.
Kızın bir diş sarımsağa dönüşeceği sahneyi bekleyerek geçirdiğim vakit içerisinde bir filmde olabilecek tüm ucubik olaylar vuku bulur.
Hikayeyi yazan dişi olduğundan mütevellit, dişinin kararsız ve aldatsal yönü filmi izleyen herkesleri yer yer kız düşmanı, Yakup sempatizanı, Edward taraftarı yapmaya yetecek düzeydedir.

Film biter, akılda bişey kalmaz.
Üçüncü filme gitmek için ne kadar içilmesi hesaplandığında hesap kabarık çıkar.
Akılda tek cümle kalır.

"Yalnız grupta dağılmalar oluyor, kan sıçrıyor heba oluyor"

23 Aralık 2009 Çarşamba

Hayır ! Durun ! Yapamazsınız bunu M'avi lere...

Başlıktan kolaylıkla anlaşılacağı gibi, global Avatar gazına gelip, "Dünya ile aynı zamanda, 18 Aralıkta" aldım sabahın kör şafağında IMAX perdesinin karşısında yerimi.

Gerçi bu "Dünya ile aynı zamanda" geyiğinin halen gerçek olması sinir oynatıcı olsa da, teknik olarak mümkün olmayan bu geyiğin sanki mümkün olabilir matah birşeymiş gibi tüm reklam spotlarında cayır cayır haykırılıyor olması gülünç.
Benim bir Avustralyalı ile aynı zamanlama ile aynı filmi izleme olasılığım, IMAX perdesinden çıkıp bir M'avi nin gidip James Cameron' a madik atması olasılığı kadar olduğundan bu "dünya ile aynı anda" geyiğini, film afişini gördüğüm andan itibaren görmezden gelmeye özen gösteriyorum.

Bütün dünyayı, yazılı ve görsel basını kendi medyamız penceresinden görebildiğimizden, bize göre tüm dünya bu filmi konuşuyor. James Cameron Taytanik (ki hala gişe rekortmenidir) den sonra bu filmi hayallemiş de, teknolojik imkanlar onun bu hayal dünyasını yansıtacak duruma gelene kadar beklemiş. Aferin James'e. Film endüstrisi bu filmden sonra eskisi gibi olmayacakmış... Bu da ingilizce kalıbıyla meşhur ayrı bir geyik. Film endüstrisinden olmadığım için, filmden sonra bende herhangi bir değişiklik olmadı...henüz :)
Lakin M'avi olasım geldi.

M'avi, filmde konunun etrafında döndüğü bir başka gezegen primatı. İnsansal bir görünüşü olsa da normal insanın olamayacağı kadar fit :) (ki hiç obez M'avi yoktu) ben diyeyim 5 siz deyin 6 metre, renkli gözlü, ilk başta hepsi aynıymış gibi gelen (bkz. uzakdoğulu sima sorunsalı), sevecen, doğayla dost, deri rengi mavi bir tip.
Bunların topluluğuna N'avi diyor o gezegendeki istilacı insanlar (dünya kolluk kuvvetleri demek daha doğru, gerçi bana hepten amerikalı gibi geldiler ya neyse), onlar kendilerine N'avi demiyor. Ne diyecek, sen bana insan diyor musun ?
O yüzden bu ismin insanlar tarafından verilen bir isim olduğu kanısındayım.
Kendilerine özgü bir dilleri olmasına ve onları bulundukları yerden kışkış edecek insanlar dahi kimi simülatörlerde onların dilini (N'avice ama novice değil boru gibi) öğrenmelerine rağmen bu M'avi ırk, insanlarda onları anlasın, "James iyi etti dili mili uydurdu da bütün film altyazıyla kasar milleti" diye düşünerek oturup ingilizce öğrenmişler. Aferin M'avilere, kahrolsun N'avice...

Yine bir klasik olarak, kolluk kuvvetleri akıcı ingilizce konuşuyor ve istilacı olarak gittikleri bu yeni gezegene bir asker(yıkıcı) ve bir ilim adamı takımı götürüyorlar.
Ha, bir de insanlığın efendisini temsil eden, o tüm insan ırkının o gezegendeki kararlarını alan, kapitalizm esiri, hırslı bir beyaz yönetici adam.
Zaten bu üçlü kendi aralarında her akşam kimi dizilerle ya da her hafta ayrı ayrı filmlerle vizyonda bizi meşgul ediyor.

Bilim insanları M'avileri seviyor ki niye sevmesin, adamlar önyargısız, çevresine saygılı, eşitlikçi, sosyalist ve fakat mavi bir toplum. Kesinlikle başka dertleri yok, boş vakitlerinde ejderhamtrak hayvanlara binerek hava almaya çıkan, 6 bacaklı atlarla, kanal tedavisi yapılmadığından açıkta kalan sinir uçları sayesinde güzel güzel anlaşarak, yemek için avladığı hayvanı bile önce sakinleştirip "ye ulan beni, sana helal olsun" kıvamına getirerek kurban eden, herşeyin sonunda bir olduğuna, birleştiğine inanan bir toplumlar. Tadından yenmeyesi bu "bizde böyleydik sonradan bizi ne bozdu ?" topluluk film boyunca sizi de bu tavırları ile bilim adamları klasmanına sokup onları incelemeye davet ediyor.

Beyaz Kral, tabii ki askerini seviyor, aslında parasını daha çok seviyor ve bilim adamlarının topladıkları tüm enformasyona dayanarak veriyor emri de başlıyor İnsan-M'avi savaşı. Savaş ayrı bir hikaye... İnsangilden Jake Sully (Jeksuli N'avicesi ) "Toruk Maktum" oluyor da "ilk şarkılardan beri altıncı kere topluyor tüm klanları" vs. vs. ayrıntı , daha doğrusu daha da epik hal alsın diye ayrıntılar.
Bu kısmı gidip görülebilir :)

Sonuçta, kurgulanan gezegen güzel, görüntüler tatmin edici, karakterler iyi seçilmiş, N'avi halkı dahice, animasyon hareketleri gerçekçi, IMAX performansı tatminkar... bunlar söylenebilecek iyiler. Hikayenin kurgusu mecburen çok basit, becerilemeyen altyazı sinir bozucu, IMAX de ara yok çiş duygusunu körüklüyor, İstinyepark daki yoğurtçu geç açılıyor... bunlar söylenebilecek kötüler.

Bunlar dışında, hmmm, mesajı, seyir zevkiyle gidip de izlenesi bir film olmuş, al sana bir aferin daha James. Gidin izleyin...

Ha, bu arada Neşeli Hayat ' a da bir bakın, pişman olmazsınız.

4 Aralık 2009 Cuma

Bir ben mi tuhaf oluyorum bu müziği dinlerken ?

Çok uzun zaman olmadı harika çocuk Zach Condon ve onun hüzünlü müziği ile tanışalı. Çok sıkı takipçisi olmadığım fakat boş vakit yaratabildikçe göz gezdirebildiğim kimi müzik bloglarından birinde karşılaştık Zach le, önce onu yorumlayarak bana ulaştıran yazarın güçlü ifadeleri için, sonra ise müziğinin başkalığı için...

Dinledikçe içine düşülebilecek, dinledikçe daha tek sesli, dinledikçe daha neşeli, dinledikçe daha hüzünlü...

Özetle bir tuhaf hissetmeme neden olan bu zat-ı muhteremi tanış eylemek isterim.

Süper kısa müzik yaşantısına 2 albüm ve 4 EP sığdıran bu harika çocuk (23), her albümde etkisinde kaldığı bir avrupa (çoğunlukla balkan) ülkesinin , bildiğimiz pop ile değişik bir füzyonunu başarı ile harmanlamakta.
17 yaşında atıldığı kolej hayatına küçük bir avrupa gezisi aralığı veren Zachary, balkan müziği ile enteresan şekilde karşılaşıp, iyi bir eğitmen komşu sayesinde balkan müziğinin en iyi motiflerini sindirme şansı buluyor.
İlk albümü sayılan Gulag Orkestar' ın müziklerini kendi yatak odasında ve avrupa gezisinden kendisine kalan enstrümanları kullanarak kayıt ediyor.
Beirut ise Gulag Orkestar ın albümleşmesi gerektiğinde, stüdyo aşamasında bazı arkadaşlarını denemek sureti ile bir müzik grubuna evriliyor.

Neyse, fazla anlatmak yerine, albümlerinden dinlemeye doyamadığım bir kaç şarkısını, küçük bir kısaçalar tadında aşağıdaki linkden indirebilirsiniz.

Tuhaflık benden değil ise, diskografisini paylaşmam yönündeki mesajlarınızı beklerim.

Album : Helico's Beirut Selection
Artist : Beirut
Genre : Folk, Pop, Indie

Songs :
1. Postcards from Italy (from Gulag Orkestar)
2.Nantes (from Flyin' Club Cup)
3.Cliquot (from Flyin' Club Cup)
4.St. Apollonia (from Flyin' Club Cup)
5.The Concubine (from March Of Zapotec)


Link : http://rapidshare.com/files/316198591/Beirut.rar

3 Aralık 2009 Perşembe

Domuz gribi, Kurban bayramı ve her aralıktan içeri giren Aralık

Sevgili günlük okuru,

işin gücün peşinde harap olan tiplerden olmasam da, işin kendisi tasma takıp aklıma çekiştirip durdukça, gerek sosyal gerek ailesel gerekse blogsal hayatım aklımın peşinden fırsat buldukça pisleye pisleye gelen bir hale büründü.

2009 un en flaş global konusu (korkusu) olan Swine Flu (domuz gribi), her geçen gün muhtelif kamuoylarında tartışmalar yaratarak kendi çapını giderek büyütedursun, bu kapsamda kendi penceremizden bil(ebil)diklerimizden ve onlara dayanarak verdiğimiz kararlardan dolayı neredeyse her günümüzü aynı konu (korkuyla) geçirir olduk.

Bir önceki yazıda, hayatımın bu döneminin beni asosyalleştirmesinden çıkılan yolculuk, dönüp dolaşıp domuz gribine bağlanmış kalmıştı. Ne olur ? nasıl olur ? u konuşurken, hemen son güncellemenin ardından, eşim derya domuz gribi oldu.
Birkaç gün süren ve şiddetli bir mide keyifsizliği üzerine, kusma ve halsizlik ile başgösteren kritik semptomlar, aynı günün akşamında 39.2 derece gibi ıslak imza bir devamlılık göstererek ve bünyeye eziyet bir tanılama süreci sonrasında kesinleşti.

Zaman zaman ne olur canım grip işte şeklinde olaya yaklaşan insanlardan etkilenmiş olsak da, durum insana tanılanınca, süratle ve fena halde tırsası geliyor insanın. Bütün tırsmalar ve babyboy Sarp altalta konunca, eşin, tecrit edilmesi, bu kapsamda kendi evinden şutlanması gerekti.

O kimi nescafe sıcaklıklarda cayır cayır yanarken, ben de babyboy Sarp (ki hiç bir zaman sadece Sarp değildir) ile başbaşa 5 gün gibi bir süre geçirmek durumunda kaldım. Şu tecrübelendi ki, Sarp , ona karşı sabır bağışıklığı geliştirdikçe birlikte olması daha zevkli hal alan bir olgu.
Annenin eve döndüğü gün neredeyse birlikte uyumayacağımız için üzüldüm(k).

Devrisi kurban bayramı, artık özellik olarak, dünyanın en pahalı kurban bayramı. İstatistiksel dünyada, benzin tüketimi rakamları dışında başka bir konu başlığında da liderliğimiz olması insanımıza geçen bayramlara göre biraz daha ; "dünyanın en pahalı eti kardeşim, nerde istersem orda keserim" lik bir özgüven aşıladı.
Sonuç; bolca yaralı, yaralı insan, yaralı kurban...

Paraları kurbana, kurbanı biraz sofraya biraz toprağa, sofrayı nice sonra kanalizasyona, dolayısıyla paraları bir şekilde kanalizasyona şeklinde devinirken aynı tl rekortmeni gazlar bağırsakda , geliyor aralık bir aralık bularak, kimsenin onu buyur etmesini beklemiyor.
Aylar böyle, ne hasta oluyorlar ne başkalaşıyorlar. Devlet memursal bir ajanda hayatı sürmenin bir ayı sürmenaj etmesi ihtimali onları korkutmuyor. Tayini çıkmasa da, yumruk yaptığımız elde çukura tekabül edip şaşırtsa ya bizi herhangi bir ay, yok, mümkün görünmüyor.
Benim bakış açıma göre, pis , sinirli bakışlı, asık suratlı ve sevimsiz bir ay olan aralık, önümüzdeki kimi günlerde onu heryere yazmam gerektiğinin çok farkında. İşine gelirse gibi bir durumu söz konusu, gelmiyor aslında da, devletin görevlisi, neme lazım, laf etmemek lazım....