Bu Blogda Ara

7 Ağustos 2014 Perşembe

Sesten hızlı

İşte böyle kırılıyor bir kalp
Sessizliklerin içinde
Kelime geçmez bu kerbelada
Gülüşler içinde
Yalnız bir tebessüm kalıyor
Tam ortasında masanın
Bir bardak devriliyor
Geçmiş taşıyor içinden

Her şeyi duymak ne kötü
Üstüne ölü toprağı atılmış umutlar
Boğuk sesler çıkararak
Debelenirken
Ve daha yaşanabilir yerlere göç ederken
Daha dünün tanıdık dostları
Nefes tutarak ölünmüyor
Bizi kimden korumaya çalışıyorsa

Böylesine uzun
Ağır aksak
Ve gürültülü oluyor işte
Sesi görüntüsünden sonra geliyor
Önce bir ses duyuyorsun
Sonra bi'çare


2 Ağustos 2014 Cumartesi

Yan Rollerde Bir Süper Kahraman

Bir kitapçıda gördüm onu. Hani şu "kitap çok para kazandırmıyor, yarısını oyuncakçı yapalım, ne varsa çocukta var" kitapçıların birinde. Günlerden cumartesiydi, zamanlardan akşamüstü. Ben çok tavsiye seven birisi olduğumdan, bir arkadaşımdan yeni aşırdığım bilgi doğrultusunda aranırken rafların arasından, karşımda buluverdim onu birden. Çok olağanüstü bir an değildi, bir şairin hiç bir bilimsel araştırmaya gereksinim duymadan yazdığı bir şiiri referans alarak ikinci yarısındaydım hayatın. Şaşılacak şey sayısı azalmıştı. O yüzden şaşırtıcı bile değildi. Çünkü dünya küçüktü, ve de eliptik. İnanabilmek için gördüğümün doğruluğuna bir kaç kez oğuşturmadım gözlerimi, gözlerim oldukça iyi görürdü çünkü ve ben onlara inanırdım. Özlemdi işte o, düpedüz ve otuz yıl farkla. Yanında küçük bir çocuk, erkek, elinden çekiştirerek oyuncak bölümüne sürüklüyordu. Ona laf anlatmaya çalışırken iki büklüm, giydiği tek parça elbisenin etekliği aynı çocukluğundaki gibi hiç rahat durmuyordu. Babasının elini tutarak arabaya yürüdüğü günleri hatırladım. Sadi amcayı. Orta boylu, sinirli bakışlı ve hep eve geç gelen alt komşumuz Sadi amcayı. Eve geç gelmesi hep işimize gelmiş olsa da, sinirli bakışlarıyla birleşince sanki tekinsiz bir tipmiş gibi gelir ve Özlem e bir kötülük edecekmiş gibi bir hisse kapılırdım. Sadi amca çok az konuşur, çok terler ve hep apartmanın kapısının önüne park ederdi. Evde geçirdiği haftasonlarında Özlemi göremez ve seyircisiz oynanan futbol maçları gibi mahallenin çocuklarıyla top oynardım. Günün bir anında mutlaka apartmanın kapısından Özlemle el ele çıkar, arabaya doğru yürürken topumuz o tarafa kaçarsa ayağının içiyle yumuşakça bize doğru yuvarlardı topu. Tam o anda bir tebessüm olurdu yüzünde, Özlemin elini de bırakmazdı. O zamanlar iyi birisi olduğunu düşünürdüm onun. İlgili, sevgi dolu bir baba olduğunu. Tabii biz de o anları kaçırmaz bol bol bakışırdık o 2 dakika boyunca Özlemle. Sonra bir gün, bir haftasonu, babasının eve gelmediği bir günün sabahında, kaldırımın Sadi amca boşluğunda otururken " Kahramanım, kurtar beni bu hayattan" demişti. 8 yaşındaydım. Hiç kahramanlığım yoktu, yine de şişine şişine "Kurtarırım tabii" demiştim. O zamanlar kahramanlar özel yetenekleri olan insanüstü şeylerdi. Aynı iki kişi tarafından seslendirilmiş ve kötü türkçeye çevrilmiş çizgi filmlerden anladığımız buydu. Arkadaşlarımızla hep o karakterlere özenerek oyunlar oynasak da, onlardan biri olamayacağımızı bilecek kadar yetişkindik. Ama Özlemin kalbi bu yüzden kırılamazdı, o yüzden vermiştim o cevabı, sıradan birisi olarak bir başkasının kahramanı olabileceğimi bilemeden. O yanındaki çocuğa anlattığı şeyi bitirip doğrulmadan pozisyonumu almıştım. Tam geçecekleri yolu üzerinde, iki elimi yumruk yapıp birisini göğsüme dayamış diğerini ise koldan yukarıya kaldırmıştım. Doğrulur doğrulmaz göz göze geldik. Bu tuhaflığa bir kaç saniye bakıp, kocaman gülümsedi. O kadar kocaman gülümsedi ki, saçları, elbisesi, yanındaki çocuk ve içinde bulunduğumuz galaksideki diğer her şey geldi oturdu ağzının bir kenarına. Tanımıştı beni, tanımalıydı, ama emin olmak istiyordu. "serdar ?" Pozisyonumu bozmadan ama gülümsememe engel olamayarak onayladım. " inanamıyorum, nasılsın?" Otuz yıldır hayatıma devam ediyordum ve bu sahneyi yaşamak için de kitapçı kitapçı gezmiyordum. Yaşıyordum işte, merak edenler kolayca öğrenebiliyordu nasıl olduğumu. Bu ilk yaklaşımını samimi bulmamıştım ama koşupta boynuma atlayacak değildi. Hem bazen hayatta bir yerlerde unutulup kalmış kişiler ya da anılar olur, onları ancak tekrar görüğünüzde ne kadar özlediğinizi ve önemsediğinizi hatırlarsınız. Belki de öyle olmuştu ve bir konuşma başlatmak istiyordu. " iyiyim özlem, yaşıyorum işte, sen nasılsın? " diye cevaplamıştım pozisyonumu düzeltirken. " iyiyim teşekkür ederim. Hala inanamıyorum, hiç değişmemişsin !" En son otuz yıl önce görüşmüştük, değişmemiş olmam mümkün değildi. Mevsimler, üzerinde yaşadığımız kara parçası ve okullarda okuduğumuz onca ders değişmişti. Olsa olsa iltifat ediyordu. Bu da çok samimi değildi. " teşekkür ederim" dedim. Sesindeki sahteliği algıladığımı hatırlatan bir ses tonuyla. " biliyor musun ? " dedim. Parmağından çekiştiren çocuğa eğilerek bir dakika yaptı işaret diliyle. " seni çok sevmiştim ben" diyemedim. Okulda kurulan kermeslerde evden para çalarak senin sevdiğin geçici dövmeleri toplamıştım. Sonra onları sana yazdığım mektupların arasına koyup sana veremediğim için sinirden yok yere yukarı mahalledeki Mehmet le kavga edip bir güzel dayak yemiştim. Babanın gereğinden fazla geciktiği gecelerde binbir yalan uydurup senin odanın karşısına denk gelen yan binanın otoparkının dandik çatısında oturup seni izlemiştim. Yanına gelip konuşmayı bırak hiç bir arkadaşıma bile bahsetmemiştim. Çünkü o zaman sevmek matah bir şey değildi. Çokça dalga geçilirdi. Seninle de dalga geçilsin istememiştim. Ama sen bana kahramanım demiştin, cesurdun, ben bir daha kimsenin kahramanı olmadım, diyemedim. Uzun süre duralamıştım. Çocuk artık Özlemin eteklerinden çekiştirmeye başlamıştı. "Biliyor musun dedim, hayat bize ayrı hikayelerde yan roller verdi." "Hep değişik bir tip olmuştun Serdar" dedi küçük bir tebessümle. "Seni gördüğüme sevindim, şimdi bu sıpayı zaptedemeyeceğim, gitmem lazım, dikkat et kendine!"diye ekledi. "Sen de!" diye ünledim ardından uzaklaşırken."Bana bir şey olmaz, kahramanım ben nasılsa!"