Bu Blogda Ara

13 Temmuz 2012 Cuma

Indian in Amsterdam

Herkesin bildigi sarkidaki gibi "Oooo Oo i am an indian, i am a fuckin' indian, i am indian man in Amsterdaaaaam" 

Gelindi yine alcak memlekete ( burada alcak deniz seviyesinin altinda seklinde de algilanabilir ki adi oradan gelmedir, nether lands ; alcak memleket )Madem kendimiz kazdik, baktik ki boguluyoruz, kurtulmak icin kanallar kazalim gun gelir efsane oluruz gibi bir fikirle yola cikan memleketin tum dunyayi hicbir sey uretmeden satis rekorlari kirarak kerizlemis olmasina sasmamak lazim. Lakin hikayeden TOKİ ye esasli dersler de cikarilabilir. Simdi, hayati alcaklikla gecmis, hani oradan gelmis bir  millet olarak her turlu alcakligi bulmak mumkun Amsterdam da  bilingidigi uzere. Avrupa cografyasinda fahiseligin, uyusturucunun hic bilemedin mantarli keklerin serbest ve dolayisiyla sebil oldugu bu sevimli sehircigin bana yansiyan en bariz alcakligi ise guzelim beni (Turk) hintliye benzetme hastaligindan gelmektedir. Gelmisiz suraya iki gunlugune, biraz cakma arjantin steyk yiyip, kizlarimiza biraz bakicaz, en babasindan bir bisiklet kiralayip bir sehir parkina gidip terkedicez. Bu kadar hakkimiz yok mu allah askina, her firsatta yakalayip komik komik yerlerde niye beni hintliye benzetiyorsunuz ? Kasit aramaya baslasam yeridir. Hani almanya dan zorlayarak ortak oldugun (ama hakkini vermek lazim, esasli yapiyor kimi muessese:) ) pattis kizartmasiyla bira keyfi yapicaz iki dakika, kendi basima kizartamiyorum ya mecbur bir kafe lazim, sirine garson ablam gelip kafadan siparisi alip gidecegine dialoga girip arada derede mutlaka yapistiyiyor ;

-  Hintli misiniz ? 
Bu kibar versiyonu

- Hintli olmalisiniz ! 
Buna biraz daha gicigim iste :) Takside, trende, restoranda, gece barda, abuk ve de subuk heryerde hatta bu sefer RedLight ta bile kurtulamiyorum bu lanetten. Alcak memleket n'olcak ! Tam kendimi en guvenli gordugum, az konusulan cok bakisilan, testesteron seviyesi deniz seviyesinin fevkalade fevkinde olan RedLight a atiyorum. Genel bakiciyim. Sanirim genetik hastaligim. Gecelim efendim, geziniyorum. Bakiyorum bir odacik, ablamiz cok guzel, yine ayni vaka, abla baska bir cografyada bir yildiz olacagini hic dusunmemis, ya da buranin yildizi, kapida ki kuyruktan anlasilan bu. Goz goze geliyoruz, ya da bana oyle geliyor cunku genelde bakisildigi icin bu konuda iletisim kurmayi super beceriyorlar. Her erkek gibi gaza gelerek, akvaryumdaki baliklara yem atmak uzere olan adam gibi hem sefkat hem suratta eksi bir ifade yaklasiyorum. Baligimiz cok guzel hem de interaktif ! Birden aciyor kapiyi, iste bunu beklemiyorum!  Zaten cok yaklasamam bu camlara, kut aciyor kapiyi basliyor konusmaya;
 
- Hi baby, you wanna fly ?
- Sometimes yes, but you know mankind tried so hard to ......." 
Sacmaliyorum biraz. Faydali olmuyor, ben gibi milyonlari gormus ablamiz fazla sure tanimiyor bana.

- Come inside 
- Geliyorum zaten :)
Anlamiyor tabii, fakat benim biraz rahatlamaya ihtiyacim oldugunu kavriyor. Bu cabasini takdirle karsiliyorum cunku kapiyi aciyor olsa herkesi iceri alabilir. Evet, bu ornekte de goruldugu gibi insan fahisenin de kendine ozel hissettirmesini istiyor. Neyse, konusmaya baslayacak da ne diyecek acaba derken ;

- Don't be shy baby, i like indian man !
Diye unluyor. Ani bir tepkime basliyor bunyede, az once kasik bolgesinde toplanmis olan kan hizla bolgeyi terkediyor, nasil bir rota izliyorsa, dilim agzimin icinde isiniyor, kulaklarim isiniyor, sol gozum seyiriyor. 

- Indian ? No, OTTOMAN !
Diyesim gelse de 

- Sorry
Diye kesip uzaklasiyorum kapidan. Bu sefer en olmadik yerde yakalaninca, eskide kaldigina inandigim bir kizginlik tepkisi gelistiriyorum uzaklasirken;

- You are finished my girl, finished you know, i have a lot of friends...
Gibi bagiriniyorum, turkce tabii. Donuyorum otele, resepsiyondaki ablamizla hic yuz goz olmuyorum, daha fazlasini kaldiracak gibi degilim. Allahtan da yarin donuyorum bu alcak memleketten.



Ps : kanal boyunca yururken, ilk gercek coffee shop Bulldog un ordan soldan 3. Odacik, gitmeyin olm, protesto!!!

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Kaçış

- Demir aldığım liman yanıyordu.
diyor adam soğukkanlılıkla

- İyi bir koşucu olmasaydım, bu sandalı bile kurtaramayabilirdim.
Az önce ki alaycılığı gidiyor diğer çocukların, az önce yüksek sesle gülerek dalga geçiyorlardı bu karadan bu kadar uzakta olması bile mucize sandalın içindeki adama. Tam donanımlı ve lüks yatlarının içinde, zevk düşkünü, umursamaz züppeler olarak göründüklerini düşündüler. Ne kadar komik gelmişti onlara bu masa örtüsünden bozma yelkencik, şimdi ne kadar anlamlı.

- Vay anasını
diye homurdandı içlerinden bir tanesi.

- Hangi limandan demir aldın ?
diye sordu hemen arkasından siyah saçlı olan,

- Saçmalama
diye araya girdi sarışın olan

- Sırası mı şimdi böyle salak bir sorunun

- Bayım, yardıma ihtiyacınız var mı?
diye ekledi.
Her şey ne kadar da yolunda gidiyordu,sonunda bütün grupla birlikte, hem de en çok istedikleri rotada, sevgilileri, arkadaşları ile birlikte güle oynaya çıkmışlardı yola 2 gün önce. Tek sıkıntı sarışın olanın çağırdığı kızla hala istediği seviyeye getiremediği ilişkisiydi. Onun için uğraşıyordu herkes, her gündüz, her öğün ve her gece. Belki de o yüzden kahramanca atıldı söze diğerlerini bölerek. Yani, kahraman gibi. Adamın sessizliği gittikçe garipleşiyordu diğer taraftan. İki cümlenin dışında hiç konuşmamıştı,o da seviyesizce yaklaşıp laf attıklarında aldıkları cevaptı. Şimdi hala onlara sol yanı dönük livarın üzerine oturmuş yelkene benzetmeye çalıştığı kumaş ile uğraşıyordu.

- Tam olarak nerede olduğumu kestiremiyorum.
diye kısık bir sesle başladı.

- Herhalde iki gün olmuştur. Küçük bir balıkçı kasabasıydı, haberlere çıkacak cinsten değil.

- Her şey yanıyordu.
gözü elindeki işle uğraşırken tekrarlıyordu.

- Hem de hepsi...
Öyle adaya düşen perişan insancıkların olduğu dram dizilerindeki gibi darmadağın değildi görüntüsü ama yine de rahatsız eden bir şeyler vardı tavrında. Ondan yaklaşamıyordu bu kadar dakikadır çocuklar bu sandala. Kızlar da tedirgin olmaya başlamışlardı. Belki de sarışın olan için en doğru zamandı kızın yanına gitmek şu an.

- Bayım, yardıma ihtiyacınız var mı diye sordum !
diye biraz sert tekrarladı sarışın. Gereksiz kahramanlık...

- Yok.
Sertlikten uzaktı sesi, hatta bağışlayıcı. Birbirine bakıyordu çocuklar, ne yapmaları gerektiğine karar veremiyorlardı. Belki de gitmelilerdi, hem de oldukça hızlı ve arkalarına bakmadan. Niye samimi bulamıyorlardı bu adamı? Eksik olan neydi? İçlerinde ki merhamet mi yoksa cesaret mi? Kızla gözgöze geldi sarışın olan, ağzının bir yanıyla tebessüm etti. Bakışlarını kaçırdı kız, korkuyordu ve bunda gülümsenecek bir şey yoktu. Yersiz sempati...

- Çok tahrip oldu mu peki kasabada, limanda ?
diye atıldı birden şimdiye kadar sessiz kalan gözlüklü. Bir an gözgöze geldi diğerleriyle. Onlar da onayladı bu zaman kazanma oyununu. Grubun en güzel kızıyla sevgili olduğu için yerli yersiz ve zalimce hor görülüyor olsa da gözlüklü, böyle tereddüt anlarında inisiyatif alırdı. Lisenin son yılında yaşanan o en büyük kavgada çok akıllıca davranmış ve bütün arkadaşlarının hem erkekliklerini hem de yüzlerini yara almadan kurtarmıştı. Hele mezuniyet balosunda dövüşü tüm gece başlamadan yatıştırması yetmemiş gibi bir de polis çevirmesinde yaşanan o yıllar süren sessizliği bozarak arabadan inmiş ve her şeyi tatlıya bağlamıştı. Belki de o gece herkes hayatlarında bir sefer de olsa gözlüklünün o kızı hakettiğini düşünmüştü.

- Her şey yanıyordu.
diye homurdandı adam.

- Hem de hepsi

- Ölen oldu mu peki yangında ?!
şimdi sesi biraz daha net çıkmıştı. Bu sefer biraz da merak ve sabırsızlık vardı tonlamasında. Yatın içinde kalan sağ elinin avuç içini tuttu kız. Sol avucunu da kalçasının sol yanına dayadı. Adamı görmeye uğraşıyordu parmaklarının ucunda. Sarışın olan gözlüklüyle sevgilisine baktı bir an, içi acıdı. Unuttu gizemli yabancıyı, yanan kasabayı, yanmakta olan tenini, bu her şey olması gerektiği gibi olan seyahati, sadece kalbinin resimlerdeki gibi ince ucu. Kıvrıldı gibi geldi o an. Dönüp kıza baktı. O bakmıyordu.

- Sanmıyorum
dedi adam.

- Sanmıyorum mu ? Nedir bu bir çeşit şaka mı ?
Öfkeyle bağırdı siyah saçlı olan. İşte bazen böyle oluyordu. Hepsi bazen bir an her şeyi unutup, tek gerçek olduğunu sanarak, tüm çevresel şartları ve o gerçekle ilgilenip ilgilenmemek zorunda olup olmadıklarını hiç düşünmeden yaşıyordu o anı. Çevresine bakmıyordu, bakmak da istemiyordu. Şu an hissettiği öfkeyi yaşamalıydı, zaten sayı olarak oldukça fazlalardı ve yatları o küçücük sandalı istedikleri an ortasından ikiye yararak geçer giderdi. Kız arkadaşı sokuldu sonra siyah saçlı olana, sevgi ve cesaretle attı ellerini omuzlarına. Parmak uçları köprücük kemiklerine avuç içleri omzunun hemen arkasına değiyordu. Bu onu hep sakinleştirirdi. Ama beden dili, sinirli ve taşkın olmaktan çok korkuyormuş gibiydi.
Gerçekten korkuyor muydu? O yüzden mi o adamı yok edebileceklerini, sayıca fazla olduklarını ve diğer bütün ezip geçmeleri düşünüyordu. Korktuğu belli olmasın diye mi saldırır gibi konuşuyordu adamla ?

- Her şey bitmiş gibi bu deliye rastladık koca denizin ortasında !
Hala saldırıyordu. Sarışın olan duruşunu dikleştirmişti. Kızı unutmuştu bir an. Gözlüklü olan öne atılır gibi bir pozisyon almıştı. Hepsi içten arkadaşlarının korktuğunu anlamıştı ama nedense onu sakinleştirmek yerine kendilerini kavgaya hazırlıyorlardı. Belki de onlar da korkuyorlardı. Düşünmemeye karar verdiler.

- Kimse ölmedi.
dedi adam. Elindeki kumaş parçasını sakince sandalın içine bıraktı ve bir anda onlara doğru döndü. Korktuklarını anlamıştı. O yüzden ne çok hızlı ne de çok yavaş yapmıştı bu dönüşü. Korkmuşlardı, hem de ondan. Anlıyordu onları. Bütün korkuları anlıyordu artık. Öyle düşünmüştü.

- Benden başka kimse yoktu o küçük kasabada
diye ekledi bakışlarını gerçek bir ifadesizlikle yapmaya özen göstererek. Onu anlayacaklarından şüpheliydi. Sonuçta çocuk yaşta bir tayfaydı karşısındaki. Hem de korkak bir tayfa. Nasıl anlayabilirlerdi ki...

- Lanet olsun, kimsenin yaşamadığı bir kasabada yangın nasıl çıkar ki ?
diye bağırdı sarışın olan tükürüklerine engel olamadan.

- Ben yaktım

- Neeeeeee ?
- Neee !!!
- Nasıııl !!
- Kiim !!!
diye ünlediler hep bir ağızdan. Gittikçe manasızlaşıyordu bu konuşma ve bu anlamsız karşılaşma. Hepsi en derinlerinde bir güven kaygısı duydular. Bir yanları bir deliyle karşılaştıklarını, bir yanları bir rüya gördüklerini düşünüyor ve eğer bu kimin rüyası ise onu okkalı bir dayakla kendine getirmeyi düşünüyordu.

- Oradan tek çıkışım buydu.
- Bu benim çıkış biletimdi.
- Bu benim kendime kaçışımdı.
- Bu onlarsız olamayacaklarımın kaybıydı.
- Bu çok acıydı.
- Bu bendim.
Her şey yeterince anlamsızlaşmıştı. Hepsi bir an gözgöze geldiler ve bir saniye içinde aynı tonda ve aynı güçte bir duyguyla gitmeye karar verdiler. Hem de süratle ve geri dahi bakmadan. Adam zaten deliydi ve kendinden kaçmıştı. Herhangi bir yere gitme niyetinde de değildi. Belki de sadece anlaşılmaya ihtiyacı vardır gibi naif bir düşünce onlar için hiç önemli değildi. Gitmeliydiler ve gittiler.

ikibinoniki

Çok güzel ilkbaharlar vardır. Çok tatlı bir uyuşuklukla birlikte uyanışlar. Üzerinden çok geçmiş olmasa bile yeniden keşfetmek gibi doğayı, kendini. Hep umut doludur zaten aynı zamanda, güne, güneşe alışmaya çalışırken ve o yaşadığının farkına vardığın anlarında ki muktedir hissetmenin büyüsü. Olmadık zamanlarda bir sağanağa yakalanarak, hem tetikte hem maceracı ama meraklı ve aç. Özenle katlanıp saklandıktan sonra onlarca zamandır, iyimserliğin kanınla birlikte sulanarak özgürce gezinmesi damarlarında, sana sahip olması gün geçtikçe. Bu dönüşümün verdiği sersemlik, her şeyin sonunda iyi olacağıyla ilgili coşan bilinçaltı ve ne kadar güzel bir yazın seni beklediğiyle ilgili düşünceler.

Bir de çok güzel yazlar vardır. Tabiatla birlikte uyanmış bedenin, yüzündeki yerli yersiz gülümseme, neşe, dost sohbetleri ve gün batımları. Yazın artık burada olduğunu bilmenin ve sonuna kadar, son gün batımına kadar, ilk gerçek üşüten rüzgarlara kadar sonbaharın gelebileceği fikrini güneşte kurumaya bırakmalar. İliklerine işlerken güneş, kapalı göz kapaklarının önünde uçuşan noktalar bile beyaz, bedenin daha taze, kasların gergin, zihnin açık. Her şeyin güzel olduğu, bütün kötülüklere, bütün kışlara ve sonbaharlara değdiğini hissederek affedişler. Bu hafiflik hissi, bu bütün iyi kararların arefesi, birden fazla arpa boyu yol almaya, daha iyiye, daha güzele ulaşmak için hissedilen cesaret.

Çoğu zaman mevsimler ve doğa açısından böyle açıklasam da, insanın yolculuğunda, diğer tüm değişkenlerle birlikte, mevsimlerden bağımsız bu dönemleri yaşadığını biliyorum ve ancak her ikisinde de üstüste gelen ilkbahar ve yaz ancak unutulmaz olur. Hani o yıllardır unutamadığımız, her ipucundan, her sözden bir yerlerini benzettiğimiz, anlatırken mutlu olduğumuz, aklımızı hala alıp götüren cinsten.

İşte onlardan biri değil bu sefer ki, hiç oldu mu? biraz düşünmem gerek. Çok üşütüyor hala içime zorla girerken bile güneş, konuşkanlıklarım, samimiyetim, isteklerim, beklentilerim başka mevsimlerde, ya da mevsimlerden. Çok güzel bir ilkbahar olacaktı bu, bir an için öyle düşünmüştüm. İçten, umut dolu, dürüst. Sonra yaz, cin gibi, güçlü, mutlu.

Hangi yıllarda, hangi hikayelere meze olursan 2012, kimleri ağlatırsan mutluluktan ya da hangi kuytularında hangi tutkulu sevgilileri seviştirirsen, o sende yaşadığı bir anın hayaliyle kimleri teselli edersen et, yine de benim üzgün ikibinonikim olacaksın.

Seni hiç unutmayacağım.